30 Ekim 2013 Çarşamba

Tübitak Yayınları&Meraklı Minik




Küçük bir çocuğunuz olduğunda ister istemez televizyonda, internette radyoda çocuklarla ilgili bir şeyler duyduğunuzda kulak kabartıp dinliyorsunuz. Bende son zamanlarda uzmanların söylediği bir cümlede takıldım kaldım.  

“Çocuklarınızla kaliteli zaman geçirin.” 
 
Neydi ki bu kaliteli zaman? Neyi kastediyordu?  Ne yapmak lazımdı? 
Çocuklarımızla aramızda olan ilişkiyi daha keyifli ve verimli hale getirmek, için uğraşılan zaman dilimiydi kaliteli zaman. Kısıtlı bir zamanda çocuğunuzla paylaşım dolu, öğretici, interaktif ve ne kadar yakın geçiriyorsanız daha iyi ve verimli sonuç almaya çalışıyorsunuz. 
Berke’yle oyunlar oynuyorduk ama oyunlarımız hep bilindik oyunların ötesine geçemiyordu. Birkaç defadan sonra monotonlaşıyor ve Berke’ye ilginç gelmemeye başlıyordu. Bende Berke’yle nasıl kaliteli bir zaman geçiririm düşüncesiyle araştırmacı bir anne olarak sanal âlemde ilginç şeyler aramaya başladım:)))) 
Ne kadar çok etkinlik bir o kadarda oynanması gereken oyun varmış.  Şaşırdım. Karşıma uzunca bir liste sıralandı ama ben en iyileri seçmek için bayağı bir gezindim sanal âlemde ve tamda istediğim gibisini buldum. TÜBİTAK Yayınları…
TÜBİTAK Yayınlarından çıkan kitaplar ve aylık bilim dergileri tamamen eğitici amaçlı olan yayınlar olup bence gelişim açıcından büyük önem teşkil etmekte.
Dergiler ve kitaplar 3+ yaş grubundan başlayarak 14+ yaş grubuna kadar devam etmekte. Ben 3+ yaş grubunu incelemeye başladım ve hemen Berke’nin işine yarayacağını düşündüğüm kitapları seçerek sipariş ettim. aldığım kitaplar nesneleri ve şekilleri tanımakla alakalıydı. Renkleri canlı çizimleri güzel ve eğlenceliydi. Ben kitapları okuyor, resimleri Berke'ye gösteriyor, her gösterdiğim şekli veya nesneyi tekrar ediyor onun anlamasını sağlıyordum. 

Ayrıca sitede benim en çok ilgimi çeken bir diğer dergi de Meraklı Minik oldu.
Meraklı Minik dergisi aylık olarak yayınlanmakta olup ve içindeki oyun etkinlikleri, eşleşme kartları, aylık seçilen farklı konularla ilgili bilgilendirmeler, eğlenceli yemek yapma çalışmaları ve çeşitli oyunlar sunmaktaydı.
Bizim tanıştığımız sayıda mahalle çalışması etkinliği vardı ve Berke’yle yaparkenbayağı bir eğlenmiştik. Oğluşum yapmış olduğumuz mahalle maketinde uzun süre sokaklarda ve caddelerde kendi minik arabasıyla turladı.   

Kaliteli zamanı yakalamıştık artık.

Etkinlik çalışmaların çoğunu ben yapsam da etkinlik kartlarını eşleyeceğimize kâğıtlara yapıştırsak da, derginin sadece resimlerine bakıp konuşsak ta sonra elimizden fırlatıp atsakta, yaşamış olduğumuz o anların ve Berke’nin verdiği hayret ünlemleri duymak, öğrendiklerini tekrarlamasını izlemek, onu öyle neşeli görmek çok keyifliydi. Aldığım hazzın tarifi yoktu. Bir anne daha ne isteyebilir di ki. Oğlumun yüzündeki gülümseme her şeye değerdi. Meraklı Minik dergisi artık bizim için vazgeçilmezdi.

İtiraf etmek gerekirse derginin yeni sayısını Berke’den çok ben merak etmekteyim. Bir sonraki ay hangi konu işlenecek, tekrar neler yapıcaz, Berke ne tepki verecek… Sabırsızlıkla bekliyor oluyorum ve her ayın başını iple çekiyorum. Hemen gidip temin ediyorum.  

TÜBİTAK Yayınlarına kaliteli ve öğretici güzel dergiler ve kitapları yayınladıkları için ayrıca çok teşekkür ederim. 
TÜBİTAK Yayınlarını ulaşmak için internet sitesini ziyaret ederek seçebilir, Meraklı Minik dergisine de aylık abone olarak internet sitesinden satın alabilirsiniz. Yok abone olmak istemezseniz, D&R’dan aylık temin edebilirsiniz.




28 Ekim 2013 Pazartesi

Unutma Beni Çiçeği

Cumartesi akşamı can sıkıntısıyla kanallar arsasında zaplerken, Beni Unutma adlı türk filminde takılıp kaldım. 

Film yeni başlamıştı ve esas oğlan kız ağladığı için ona sıkıca sarılmak istediğinden bahsediyordu. Tamam bu beni biraz oyalar düşüncesiyle filmi başladım seyretmeye.

Esas çoçuğumuz kızla ilk buluşmasına elinde ki koca buket Unutma Beni çiçeğiyle gitmişti ve kızı çok etkilemişti. Çiçekleri görünce bende etkilenmiştim.

Filmin en can alıcı sahnesiydi.

Çiçekleri, özellikle mavi renkli çiçekleri çok sevdiğimden kaldım öylece ekrana bakarken.Mavi Unutma Beni çiçekleri, renkleriyle kendine çekiyordu beni resmen. Bayıldım mavi görüntüsüne:))

Hiç bilmediğim bu çiçeğin anlamı duyunca daha çok sevdim ve sahip olmak istedim.

Beni Unutma çiçeğinin hikayesi; 
Bir efsaneye göre Adem ile Havva cenneti terk ederken çiçek haykırır: "Beni unutmayın!” Ve o çiçeğin adı “Unutma Beni” olur.

Başka bir efsaneye göre de iki aşık Tuna nehri boyunca yürürlerken, kız nehrin üzerinde yüzen güzel bir mavi çiçek görür. Çiçeğin akıntıyla sürüklenip gitmesinin kendisini üzdüğünü ifade eder. Sevgilisi çiçeği yakalamak için suya atlar, ama dalgaların altında kalır ve boğulmaya başlar. Çiçeği sevgilisine fırlatır ve son nefesinde "Unutma Beni " diye bağırır.

Eski bir Avusturya halk hikayesinden adını alan "Unutma Beni Çiçeği "gerçek aşk ve hatıra" anlamına geliyor.

Çiçeğin gerek anlamı gerek görüntüsü ile  verilebilecek en güzel çiçeklerden birisi olduğunu düşünüyorum. Alışılmışın dışına çıkarak bir buket Unutma Beni çiçeği ve yanında hikayesinin anlatıldığı bir kart ile gönderildiğinde yapacağı etkiyi ve vereceği duyguyu tahmin bile edemiyorum. 

Şu an itibariyle Unutma Beni çiçeklerinin tohumunundan sipariş ettim ve çiçeklerimin büyüdüğünde hediye verebileceğim arkadaşlrım ve dostlarımın listesini sıraladım. Bahar hemen gelsin ki Unutma Beni çiçeklerim açsın bende hediye vereyim:))))

Filme gelince kız çiçekleri aldığında aşık olmuştu ve güzel bir aşkın ilk adımı Unutma Beni çiçeklerinin sayesinde atılmıştı. O büyük aşk kötü bir hastalığın gelmesiyle kötü bir sonla bitti malesef. Kötü sonları sevmiyorum. Hiç bir şey kötü sona ulaşmasın. 

Unutmak istemediklerimize arada Unutma Beni çiçeği gönderek, sevgimizi ve kendimizi hatırlatabiliriz.

Hiç bir zaman hiç kimse tarafından unutulmamak dileğiyle...





21 Ekim 2013 Pazartesi

Çalışan Anne Olmak


İlk çoçuğumu, yani kızımı dünyaya getirdiğimde onsekiz yaşındaydım. Anne olmuştum. Kendim çocuktum daha, nasıl anne olacaktım ki? Ona nasıl bakacaktım ki? Benden nasıl bir anne olurdu ki?

Kızım buyürken bende onla birlikte büyüdüm. Yalnışlarım ve eksiklerimle anneydim artık. O çekik gözlünün benden beklediği çok sey vardı. Anne olarak yapmam gereken bir sürü şey. Yapabilecek miydim? Korkularım vardı. Ya yapamazsam dediğim bir sürü şey. Bir bebeğim vardı ve onu çok seviyordum.

Damla sekiz aylıkken başladım çalışmaya ve işe girdiğim ikinci günü su çiçeği çıkardı kızım. O hastaydı ve ben işteydim. O ağlıyordu, ben işteydim. O ilk adımını attı, ben işteydim. O'ları o kadar çok sıralayabilirim ki... Kızımın ilklerini yaşayamadığım anlar, dolu.

Damla ite kakıla kimi annemde kimi babannede kimi yuvada bazen komşu teyzelerde ilk okul çağına geldi. Daha birinci sınıfta Damla evde yalnız kalmaya başladı. Kendi hazırlanıyor öğlen servise biniyor, akşam biz eve gelmeden evde oluyordu. Kapıyı kendisi kilitleyip kendisi açıyordu. O annesi yanında olmadan okula gitmeye hazırlanıyor, ben kızımı yalnız bırakmanın verdiği üzüntü ve suçluluk duygusuyla çalışıyordum. Birinci sınıf, ikinci, üçüncü sınıf derken şimdi kızım büyüdü ve kocaman genç bir kız oldu. O çekik gözlü minik bebeğim üniversite sınavına hazırlanmakta. Ben ne mi yapıyorum? Ben hep kaldığım yerdeyim. Hep çalışmaktayım.

Kızım bana bir gün "anne sen hiç saçımı toplamadın. Bana sıcak kızarmış patates kızartmadın. Ayakkabımı giydirmedin." dedi. Yapmak isteyipte yapamadığım şeylerden bahsetti. Kocaman acı cümleler kurdu bana.Ufacık bedenden çıkan kocaman cümleler...

Yeniden aynı şeyleri yaşamak için ikinci bir çoçuk sahibi olmak hiç istemedim. İstemedim de ne oldu? Allah'ım bana ondört sene süpriz yumurtam Berke'mi verdi. Büyük konuşmuşum. Konuşmamak gerekirmiş.

Yeni bir maraton başlamıştı bizim için. Daha bilinçliydim artık otuziki yaşındaydım ve çoçuğuma en iyi şekilde bakmaya çalışıyordum. Çalışmak istemiyordum. Oğlumla beraber olmak, onu tek kendim büyütmek istiyordum. Olmadı. Zorunluklar vardı. Ne oldu? Yine çalışan anne olmaya devam ettim. 

Oğlum 3,5 aylıkken ağlaya ağlaya işe gittim. Oğluma bakacak kimse olmadığından, ablasına emanet ederek çıktım evden. O gün tam bir işkenceydi. Berke evde sürekli ağlıyordu. Ağlıyordu, çünkü açtı ve anne kokusu yoktu. Sütümü sağmıştım ve biberona koymuştum ama paşam hiç bir şekilde biberondan süt içmiyordu. (Şimdi aklıma geldide ne zor alışmıştı bibereno.)İnatla ağlamayı sürdürüyordu. Taki ben öğlen eve gidene kadar. Bir yıl boyunca her öğlen eve koşa koşa gelip oğlumu emziriyor, süt sağıp bırakıyor ve tekrar işe dönüyordum. Benim için çok yorucuydu. Olsun.(Yoruculuğun bana tek faydası doğum sonrası kiloların gitmesiydi) Oğlum anne sütü emecekti. Bende ona sarılacaktım.

Yıllar önce yaşamış olduğum duygular yine baş göstermeye başlamıştı. Ben hep suçluluk halindeydim. Yeteri kadar ilgilenemiyordum çoçuklarımla. Çalışan bir kadın, bir anne ve aynı zamanda da ev hanımı. Hepsi bir arada olmuyor, yapamıyorsunuz. Yıpranıyorsunuz. Hani Nil Karaibrahimgil şarkısında diyor ya "çoçukta yaparım kariyerde" Yapılmıyor be Nilciğim. Yapılıyor da yapılmıyor. Hep biri eksik kalıyor bence. Eksik kalan da annelik oluyor.

Bu yazıyı bir haftalık bayram tatilinden sonra yazıyorum. Bir haftadır Berke'yle yapışık ikiz olarak dolaşmaktayız. Ben nereye Berke oraya. Benim bir haftadır evde olmam Berke'yi mutlu ettiği kadar dinginleştirdide. Her akşam oğlumdan dayak yiyen ben, bir haftadır sürekli öpülüyor. Anneci, anneci diyerek yavru ördek gibi peşimde geziniyor. Oğlum yaramazlığı ve hırçınlığı tamamen bana. Onu her sabah bırakıp gittiğim için beni döverek hırsını alıyor. İlgi çekmeye kendinin bırakıldığı yerde olduğunu göstermeye çalışıyor. Haklı da değil mi? 

Benim gibi çalışan bir sürü kadın var. Her birinin kendine ait anıları ve hikayeleri mevcut. Buda benim onyedi yılda iki çoçuk sahibi olmuş Elmas'ın kısa bir hikayesi. Anlatılmak ve ifade edilmek istenen o kadar çok duygu var ki bende, yaz yaz bitmez.

Çalışan anneler olarak ortak noktamız hep aynı. Çoçuklarımızı çalışırken büyütmek.