29 Aralık 2018 Cumartesi

Anka'nın Dönüşü Kitap Yorumu




“Ruh Avcısı’nın tek istediği senin ruhun, yani Anka’nın ta kendisi… Onu ele geçirirse bu her şeyin sonu olur. “

Sıradan hayatından rahatsız olan 16 yaşındaki Carmen bir anda inanılması güç olayların içinde bulur kendini. Gördüğü rüyaların, ona Anka diye seslenen seslerin ne olduğunu öğrenmeye başlar. 16 yıl öncesine gider ve kim olduğunu öğrenir. Kardeşi Enka’nın elinden zümrüdü olan Ron sayesinde kurtulmayı başaran Carmen geçmişini öğrenmesi ile birlikte Crictus gezegeni giderek krallığını Ruh Avcısı’ndan almak için eğitimine başlar.

Hiçbir şey kolay değildir. Anka’yı zorlu bir görev beklemektedir. Hem Enka ile savaşacak hem de Ruh Avcısı’na ruhunu teslim etmeyerek savaşması gerekmektedir. Krallığını geri almak için diğer zümrütlere ihtiyacı vardır. Zorlu görevinde gücünü ortaya çıkartacak, ona eğitim verecek, ona yol gösteren birine ihtiyacı vardır. Ömrünü onu korumaya adayan su zümrütü Ron,  Anka’nın hep yanı başında yer almaya çalışır.

Bu anlattığım kadarı karışık bir roman değil Anka’nın Dönüşü. Fantastik kurgusu çok güzel ve çok akıcı.

Romanın ilk otuz sayfasında kim nedir, neler olmuş, amaç nedir anlayabiliyor, ilerleyen sayfalarda neler olabileceğini çok da tahmin edemiyorsunuz. İlk sayfaları iyi okursanız bütünlüğü yakalarsınız.
Carmen’in kendi gücünü kavraması, Ron’a olan ilgisi ve Ron’un Anka’yı korumak adına deli divane olmasını okudukça aralarında başlayan güzel aşkın sinyallerini de hissediyorsunuz.

Carmen’in hızlı düşünüp detay yapmadan aldığı kararların başına neler açtığını görünce sinir oluyor ve Ron gelse de bir şeyler yapıp ortalığı toparlasın siye bekliyorsunuz. Ben Ron ile Carmen ikilisini çok sevdim ve bir sonraki kitapta daha güzel şeyler ortaya çıkaracaklarını sezinledim Hazır cevap Carmen ve detaylı düşünen Ron ikilisi birbirlerini çok iyi tamamlıyor.

Genel olarak kurgusunu çok beğendiğim ve sonradan neler olup bitecek merakla bekliyorum. Fantastik roman Anka Dönüşü’nde bazı eksiklikler de yok değildi

Duygunun daha az verildiğini, bazı yerlerde betimlemelerin yersiz kaldığını düşünüyorum.  Karşılıklı konuşmaların çok yüzeysel geçtiği bölümlerin sık olması da okuma heyecanımı biraz zayıflattı. Şunu demeden de geçemeyeceğim. Biz Türk yazarlardan da güzel fantastik kitaplar çıkabiliyor. Yolun başında olan yazarın bir sonraki kitabını da okuduğumda daha farklı düşüneceğimi biliyorum. Gelecek vadet eden bir yazar ile karşı karşıya olduğumuzun kanısındayım. Hayal gücünün sınırlarını iyi zorlamış ve ortaya güzel bir hikaye çıkarış. Başlangıç olan ilk kitabın ardından daha çok serüvene atılacağımız ikinci kitap için merak içindeyim. Siz de yeni yazarlar ve yeni türlerle karşılaşmak isterseniz bu romanı kısa sürede okuyup bitirebilirsiniz.

"Ruh Avcı'ları başka insanların ruhlarını çalarak ancak hayatta kalabilirler. Topladıkları bütün ruhlar, onların daha güçlenmesine neden olurdu. Anka veya Enka gibi olağanüstü güçlü ve eski ruhlar ise bir ruh avcısını yenilmez yapardı."

25 Aralık 2018 Salı

Dilek Ağacı'ndan Elif Geldi



Merhabalar

Bu yazıyı yazmadan ilk önce;


“Sağ Elin Verdiğini Sol El Bilmemeli”



hadisini paylaşmak istedim. Ben yaptığım bir şeyi göze sokmak için değil, biraz farkındalık yaratmak için yazıyorum. 

Dünyanın neresi olursa olsun, rengi, dili, dini, fark etmeden çocuk çocuktur. Her çocuk masumdur. İstekleri de çok naçizanedir. Minik bir çikletle yüzünde kocaman bir gülücükle size bakan bir yüz görebilirsiniz.  

Elif Çelik'de öyle bir çocuk. Elif, Mardin Savur İçören İlk ve Orta Okulu'nda okuyan 11 yaşında bir kız çocuğu. 

Ben bu kız çocuğundan nasıl haberdar oldum? 

Şöyle;

Benim kızım İstanbul İstinye Üniversite'sinde çalışıyor. Üniversite Yabancı Diller Bölümü'nde 2 Geleneksel Dilek Ağacı projesi yapmış. Kızım Damla kendi için bir dilek çekmiş ve bana anlattı. Ben de ona benim için de bir tane al dedim ve Elif kızımızla tanıştım. 




Elif'in istedikleri çok güzel şeyler. En güzeli de top, kolye ve şal istemesi. 

O dilek listesinden bir tanesi de alabilir, istersen hepsini de verebilirsin. 


Elif'in dileği bir tane ile sınırlı. O bunun farkında. Ya dileklerinden bir kaç tanesine kavuşursa:) 


Dilek listesinden arkadaşım Çiğdem'e bahsettiğimde, bende destek vermek istiyorum dedi ve dileklerin en büyüğü olan bir ayakkabı hediye etti. Bende küçük bir paket hazırlığı içine girdim. 


Elif hediyelerini aldığında o gözlerine bakmak isterdim. Göremeyeceğim ama olsun göremesem de ne kadar sevineceğini biliyorum.

Bu mutlululuk bana yeter. 


Bu yazıyı yazmak benim için çok keyifli. 

Bu çocukların top alacak güçleri yok ve ben bu dünyada. İşte o zaman "Adaletin bu mu dünya?" diyorum. 

Birine dokunmak, hele bu bir çocuksa ona yardım etmek, benim için dünyalara bedel niteliğinde. Çok büyük destekte bulunamıyorum ama onların iyi bir insan olmaları için dua ediyorum. 


Ben Elif'in dileklerini okurken gözlerim dolu dolu oldu. Masum istekleri beni üzdü. Yaşadığım sürece, çocuklar, hayvanlar ve bir ekmek alamayan kim varsa kanımca kararımca destek olmaya, insanı görevlerimi yerine getirmeye çalışacağım. 

Şu kötü olan dünya iyilikle ayakta kalıyor ve kazanan hep iyilik olacak. 

Kötü olmak çok kolay zor olan iyi kalabilmek. 

Bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Saygılar 

Elmas 

21 Aralık 2018 Cuma

Zorba Aşık Kitap Yorumu





"Yalnızlık bir asit gibi içine siner, yavaş yavaş zehirler. Önce güven, sonra sevgi ve insanlığını yok eder, kendini dünyadan soyutlarsın."

Merhabalar 

Bana deseler ki seni geçmiş zaman dilimine yollasak, nereyi istersin? Lord ve Leydiler’le kalede bir hafta kalayım derdim.

Kabarık koca elbiseler, balo ve davetler ve kıran kıran geçen bir savaş izlerini sürmek isterdim. Tabi bu bir hayal ve böyle bir şey olmaz ama kitaplar sayesinde bu hayali biraz da olsa yaşamak son derece güzel. Hayali bırakıp kitabı yorumlasam daha iyi olacak sanki.

Zorba Aşık konusu, geçtiği zaman ve karakterleri söz konusu olunca daha okumadan gönlümü feth etmeyi başarmıştı. Düşündüğüm gibi de oldu.

Babasını ve kalesini ele geçiren kötü adam Lord Fergus’tan gizlice, gizli geçitleri ve mahzenleri kullanarak kaçan Leydi Sheena, kaçak olarak Hawkslot Lordu Troy’un kalesine gizlice sızar.
Sızar diyorum çünkü babasının ona anlattığı ve kimseye bahsetme dediği harita kalenin gizli giriş yerlerini söylemektedir ve kötü adam Fergus’un da istediği bu haritadır.

Troy’un kalesinde rahat yaşayacağını düşünen Sheena yanılır ve hemen yakalanıp Troy’un karşısına çıkar. İşte eğlence de başlar.

Kendini saklamak için sürekli yalan söylemeye çalışan Sheena ile yalanlarını yakalayan Lord Troy başlayan ilişkileri romanın renkli saylarına göz kırpıyor ve okuyucu eğlenceli bir serüven bekliyor.
Romanımız çok eğlenceli ilerledi. Leydi ve Lord’un atışmaları çok eğlenceliydi. Asi, dik başlı, başına buyruk Sheena, Lord Troy’u mum gibi kendine aşık etti, hem de ne etmek. Esti, gürledi, kalede yeri yerinden oynattı. Sheena için savaştı. Sonunda ona olan sevgisinin farkına vardı.

Son olarak, romanın ilk bir kaç bölümünde Sheena’nın kaçış macerasının betimlemeleri çok iyi anlatılmıştı. Ormanlar kale ve halk ve diyaloglar çok iyiydi. Vazı olaylar hızlı gelişti ve çabuk sonuca bağlandı ama genelde 444 sayfa hiç sıkılmadan bitti.

Romanda ana karakterlerin dışında ki iki karakter çok iyiydi. Troy’un sağ kolu Rohanna ve uşağı Graham. İkiside aşırı sivri zekalıklarını konuşturarak Lord’larını kızdırmayı başardı.

Roman sayesinde ben geçen yüzyılda kaldım. Beni @sihirlikitaplik kızları gelip kurtarın.


18 Aralık 2018 Salı

Kar Sevinci

Merhabalar

Eskisi kadar kar göremez olduk. Kar yağsa da büyük şehirlerde hayatı zorlaştırdığı için hemen kar küreme çalışmalarına maruz kaldığı için kar sevinci kursağımızda kalıyor.  



 



Bende geçtiğimiz hafta sonuna cuma ile birleştirip kendime 3 gün tatil ayarladım. 


Cuma günkü planın Kartepe'de karlarla bir araya gelmekti ve istediğimi de yakalamış oldum. 

Kartepe maşukiye arasında yapmış olduğumuz mis gibi bir kahvaltı sonrası düştük yola. Tepeye doğru çıkıyoruz ama kar yok. "Eyvah! Kar göremeyeceğiz galiba." dedim ama yanılmışım. Tepeye son  bir kilometre kala kar göründü. 

Yuppppyyyyyy


Hemen sıkıca giyinip ağzımız bir karış açık, kar gören masumlar gibi sırıta sırata kayak merkezine attık kendimizi.



Çok sevinçliyim:) 

Teleferik hiç binmemiştim ve denemek için sabırsızlanıyordum. 

Ve ilk başta azıcık korkmuş olabilirim ama çok eğlenceliydi. 

Fotoğraf çekmektense manzaranın keyfini çıkarmak istedim.



İşte yakaladığım bir kaç fotoğraf:) 



Karda yuvarlana, kar topu, kaymadan yürüme çabaları ve mis gibi kar havası. O kadar güzel geldi ki tarifi mümkün değil. 




Hafta içi gittiğimiz için fazla kalabalık yoktu ve ben çok kalabalıktan hoşlanmadığım için daha güzel vakit geçirdim. 



Kartepe'den sonra kara doyamayan biz, yola döküldük ve Bolu'ya gittik ve kar sevincini ikiye katladık.  



Keyfi, tadı, günü aklımda ve kalbimde kalan güzel bir gündü. Yine gitmek için şimdiden plan yaptım bile:)

11 Aralık 2018 Salı

Suçlu Olanlar Kitap Yorumu


"Yok edilen değerli eşyalarınızı yenileriyle değiştirebilirsiniz ama insan yok olduğunda teri doldurulamaz."

Merhabalar 

Roman, genç bir kadının intiharı ile başlıyor. Bu genç kadın Dedektif Jackman’ın erkek kardeşinin eşi Sarah.

Hayat dolu, eşi ve çocuklarını çok seven Sarah’ın intiharı aileyi çok üzüyor ve biraz kafalar karışıyor.  
Jackman neden intihar ettiğini anlamak için biraz araştırıyor ve Sarah hakkında çok az şey bildiklerini fark ediyor. Geçmişi olmayan bir kadın ile karşı karşıya kaldıklarını düşünürken başka bir kadın intiharı ile bir bağlantı yakalıyor ve bu intiharların çok uzun yıllar öncesinde gerçekleşen bir dava ile alakalı olduğunu buluyor. İki kadının intihar değil de bir cinayete kurban gittiğinin anladıktan sonra ölümler arda arda gelmeye başlıyor.

Benim yorumuma gelirsek eğer; kurgu ve bağlantılar oldukça iyi olan #suçluolanlar da bir takım eksikliler beni okurken yakaladı. İşlenen cinayetler, suç mahali, otopsi raporları ve delilleri anlatan sayfalar biraz yetersizdi. Tam heyecan yapıp katili bulmak için beyin jimnastiği yaparken bölümün kısa kalması benim heyecanımı yitirmeme neden oldu ve olayların tam betimlemesini yapamadan başka bir bölüme atlamış oldum.

Okuyarak sona geldiğimde katilin artık hak ettiği cezayı almasını düşünürken roman bitti ve katil ile mücadele bir sonraki kitaba kaldı.


"Bazı insanlar yaşamı sürdürmek için iyi bir nedene ihtiyaç duyar."

Romanda en beğendiğim iki karakter, dost ve ortak olan Jackmen ve Marie oldu. İki iş ortağı güzel iş çıkardı. Akıllı ve zekice olayları çözdü.  

Kapak tasarımı ile oldukça çekici gelen polisiye roman beni uzun bir aradan sonra heyecanlandırdı ama tam da istediğim adrenali veremedi.


"Kim başka birine zarar vermek adına çukur kazıyorsa oraya kendi düşecektir, eğer birine taş atarsa, o taş kendilerine dönecektir."



5 Aralık 2018 Çarşamba

Hayata Sarıl Lokantası



Merhabalar 

Bu yazım kısa ama etkili bir yazı olacağını düşünüyorum. Kızım Damla anne bunu oku diyerek whatsapp'tan attıığı yazının başlığı şu şekildeydi:

Çocukken Amcasının Tecavüzüne Uğrayan, Kocası Tarafından Geneleve Satılan 'Hayatsız Kadın' Ayşe Tükrükçü'nün İnanılmaz Hikayesi

Ben haber pek seyretmem, haber yazılarını pek okumam. Gündemi az takip etmeye çalışırım. Neden mi? Kötü haberlere dayanamıyorum, bunca kötülüğe, eziyete, zulme dayanamıyorum. İnsanlığımızdan utanıyorum. O kadar az iyi şey var ki, kötülük etrafımızı sarmış. 

Kızımın oku demesine istinaden baştan sona Ayşe Tükrükçü'nün hikayesini okudum. O kadar üzüldüm, yaşadıklarından utandım ki, hissettiklerimi kesinlikle tasvir yapamam. 

O kısacık makale Ayşe'nin yaşadıkları yanında bir hiç. Harfler kelimeler yetmez yaşadıklarına. 

Onedio' da yayınlanan yazıdan bir kaç başlık şöyle: (yazıyı mutlaka okuyun)


Bu kadının yüzündeki ifadeye iyi bakın çünkü orada hayatsız bir yaşamın izleri var. En başa gidip anlatalım olanları...

Daha 15 günlükken babaannesinin yanına bırakılan Ayşe'nin yanına bir de yeni doğan kardeş İlknur ekleniyor. İki kardeş Antep'te babaanneyle büyüyor.

Antep'e döndüğünde Ayşe'nin amcası Ayşe'yi ve kendi çocuklarını Antalya'ya tatile götürüyor... Güya... Lanet olsun o amcaya!

Antep'e döndüklerinde amca, "Konuşursan seni öldürürüm" tehditleri savuruyor Ayşe'ye. İnsanlara da “Yazık! Bu öksüz, babası yok” diyerek sahte bir şefkat gösterisi yapıyor.

Yetiştirme yurdu, Ayşe'nin belki de hayatında en huzurlu olduğu zaman dilimi. Tecavüze uğradığını 11 yaşına kadar söyleyemiyor.


16 yaşında yurttan ayrılınca ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor Ayşe. İşte o zaman amcasının kızı Şengül "Evet, Ayşe'ye babam tecavüz etti" diyor aileye. Değişen bir şey oluyor mu peki? Hayır...


Okudukça üzülüyor, tüyleriniz diken diken olup, gözlerinize yaş birikti mi? Ben çok kötü oldum ve bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.

Genelleme yapmak doğru değil ama bu tür erkeklerden nefret ediyorum.  

Bu acılı hayat hikayesinden çok güzel bir şey oluyor ve Ayşe Hanım çok güzel bir projeye ev sahipliği yapıyor. 

Sokakta aç perişan yaşadığı günlerinin kötü hatırasına kimsesizlere çorba yapıp dağıtmaya başlayan acılı kadın Ayşe Hayata Sarıl Lokanta'sını kuruyor. 


Hayata Sarıl bir sosyal sorumluluk projesi olarak, iki sene önce Ayşe Tükrükçü’nün evsiz, sokakta yaşayan, toplumun yok saydığı insanlar için 'Rehabilitasyon Merkezi’ vizyonu ile doğmuş ve Şubat 2017’ de dernek statüsüne kavuşmuş sosyal bir girişimdir.
Derneğinizin amacı evsiz, sokakta yaşayan, toplumda yok sayılan insanların hayatlarına tekrar sarılmalarını sağlamaktır.
Gündüzleri ücretli  yemek veren dernek akşamları evsizlere ücretsiz yemek veriyor. Sizde bağış ve askıda yemek seçerek destek olabilirsiniz. 

Ben İstanbul'da yaşadığım için mekana gidip o atmosferin tadını almak ve yardımımı orada sınmak istiyorum. 

Hayat ne olursa olsun devam ediyor cümlesini ne kadar sevmesem de, hayat devam ediyor. Herkes kendi yaşadığını bilir. Sevgili arkadaşımın bir sözü hiç aklımdan çıkmaz ; "Evler ayrı. Dertler ayrı"

Ne kadar da doğru. 

Ayşe Hanım'ın yüzünü güldüren, onu mutlu eden, belki acı günlerini biraz unutturan bu derneğe sizde destek olabilirsiniz.

Saygılar 
Elmas 



Fotoğraflar ve yazıdaki bölümler geçerli  sayfalardan alıntı olarak alınmıştır. 

24 Kasım 2018 Cumartesi

Mükemmel Olmayan Hayatım Kitap Yorumu


Hangimizin hayatı mükemmel ki? Olmasın zaten. Mükemmel olursa orada bir problem vardır. 

Sophie Kinsella’nın Mükemmel Olmayan Hayatim da mükemmel bir hayat yaşamış gibi gözüken Cat’in nelere uğraş verdiğin bir kanıtı. 

Markalaşma sektöründe anket cevaplarını tek tek raporlayan Cat, yöneticisi olan Demeter’in kendine örnek alır ve ona kendini ispat etmek için yanıp tutuşur. Cat’in tüm ideali ve hedefi Londra’da güzel bir hayat sürmek ve işinde başarı olmaktır. Bu hayatı yaşamak için yalanlar üzerine sahte bir Cat yaratır girmediği yerleri, yemediği, yaşamadığı hayatı ınstagram’da paylaşıp durur. 

İstediği hiçbir şey yolunda gitmez ve işinden kovulur. Yine ailesine yalanlar söyleyerek eski yaşantısına geri döner. 

Kitabın ikinci bölümü burada hayat bulur. Londra’da gerçek olmayan Cat, evinde Katie olarak mucizeler yaratır. Anne ve üvey annesine destek olur ve yaratıcı fikirleri ile yeni bir iş kurar. Çadır kampı. 

İki ayrı kişi gibi olmaya çalışan Katie en sevdiği yerdedir. Ailesine destek vererek güzel bir başlangıç yapar. Bu arada sürekli Londra’da iş arar ama bulamaz. Zaman akıp geçer ve örnek aldığı yöneticisi Demeter ailesi ile birlikte çadır kampında rezervasyon yapar. İşte eğlenceli sayfalar başlar. 
Katie’de intikam çanları çalar ve neler yapar neler. 

Roman bütünüyle çok akıcı ve güzel yazılmıştı. İç seslerin ve kendi kendi ile hesaplaşma sayfaları çok güzeldi. Sorun çözme ve pratik düşünme ve sonuç çıkartmada Katie müthiş girişimler yarattı. Olduğun gibi ol ve çalış hakkını bulacaksın diyordu. Katie’de çabalarının meyvesini topladı.

Değişik bir yorum oldu farkındayım ama şunu da demeden edemeyeceğim. Günümüze bir gönderme niteliği taşıyan roman aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, bazı özenilen hayatların aslında ne kadar zor yaşandığı ile ilgili. Bu düşüncemi Demeter’i okuyup hissettiğinizde anlayacaksınız diyorum. 

Hımm  birdeAlex var. O da romanın tuzu biberi. 

Mükemmel olmaya çalışan Katie’nin güzel ruhunu hissetmek isteyenler sizi şöyle bir romana alalım mı?

19 Kasım 2018 Pazartesi

Dublin Caddesi Kitap Yorumu



Merhabalar 

Açıkçası kitabı bana hediye eden kitap arkadaşım  Kübra hediye ettiğinde; ben bu romanı okumam, beğenmem demiştim. Ama kitap bir hediyeydi ve okumasam arkadaşıma ayıp edeceğimi düşündüğümden okudum. 

Ön yargılı yaklaşarak baktığım kitabın kapağı beni hiç cezbetmiyordu. Çok yetişkin, çok nü yazıların olduğu kitapları çok tercih etmiyorum ama yanılmışım.

Bazı sayfaları makaslayarak okuyup, kitabın geneline bakıp yorumlarsam romanı sevdim.
Küçük yaşta ailesini ve çok sevdiği dostunu kaybeden Joss yaşadığı yeri terk edip yeni bir başlangıç yapmak için İskoçya’ya yerleşir.

Joss, bir akşam ilginç şekilde aynı taksiye yakışıklı bir beyle biner ve Joss’u heyecana sürüklenir. Yine ilginçtir ki yeni bir ev arkadaşı arayan Dublin Caddesi’nde oturan Ellie’nin yanına taşındığında da bu bey, yani Braden Joss ne kadar istemese de Joss’un hayatının içine direk dalar.

Yaşadığı ve atlatamadığı travmalardan dolayı panik ataklar geçiren, hayatına kimseyi dahil etmeyen, içine oldukça kapalı olan Joss, birden kendini çokça arkadaşlar ve Ellie’nin ailesinin içinde bulur. En çok da Braden’in.

Kendi kendine yeten, ama çok üzgün ve kırılgan olan Joss, Braden’in aşkı ve arkadaşlığı sayesinde, güven kazanır. Ellie’nin sıcak ve sorgulamayan arkadaşlığı ile bağlarını güçlendirir. Canlanır, acılarından kurtulur ve yeniden hayat bulur.

Baştan sona kadar hiç sıkmayan, heyecanlı ve dinamik ilerleyen roman, Joss’un yanlışları ile bana saç baş yoldurdu. Ona çok kızdım. Kaçamak davranması, içine kapanması, kimseyi hayatına sokmaması sinir sinir etti. Neyse sonunda kendini itiraf edebildi ve benim gönlümü de Braden’in gönlünü kazandı.

Romanda en çok Elli’e sevdim. Naif hali, iyimser tavrı, acemi planları çok hoşuma gitti. Keşke herkesin bu kadar iyi bir arkadaşı olabilse. Sorgusuz sualsiz sormadan iyiliğinizi düşünce. Ellie çok güzeldi. Adam ayrı bir komedi zaten. Güzel bir arkadaş grubu oldu.

Aşk, arkadaşlık, dostluk ve kenetlenmenin bir arada harmanlandığı güzel bir roman Dublin Caddesi. Benim gibi kitabın kapağına bakarak ön yargılı davranmayın. Okuduğunuzda keyif alacağınıza eminim .

1 Kasım 2018 Perşembe

Bir Kitapla Başladı Her Şey...




Geçen Sene Şans Kurabiyem kitabı sayesinde Sinem'le tanışma fırsatım oldu.

Romanı hakkında konuşurken bir bakmışız ki buluşmuşuz. İlk tanışmamızda o kadar sıcak yaklaştık ki birbirimize kırk yıldır arkadaş gibi olduk.

Şimdi ise temeli sağlam olan arkadaşlığımız o kadar güzel ilerliyor ki, her buluşmamızda sevgimizin üstüne kat kat güven ekliyoruz.

En son buluşmamızın ardından beş ay gibi bir zaman geçince en kısa sürede oturalım konuşalım istedik ve mekan olarak kitapla başlayan arkadaşlığa en yakışanı kitap cafe olur dedik ve Teşvikiye'de bulunan M.O.C. İstanbul'un yolunu tuttuk.



Bu Sinem'le buluştuğumuz ikinci kitap cafe mekanımız oldu.




Ben kitap ve içinde kitap barındıran tüm yerleri gezip görmek istediğimden bize yakın çevrelerdeki yerlerde ki mekanları Sinem'le buluşarak keşf ediyorum. 



İş çıkışı buluştuğumuz için biraz yürüdükten sonra cafedeki yerimizi aldık. Tabi ki açız ve yemek yememiz gerekiyor. İkimizin ortak kararı ile makarna  seçtik ve bir güzel karnımızı doyurduk. 


Tabi ben rahat durmadım ve mekanı fotoğraflamaya başladım. 



Biz gittiğimizde boş olan mekan yavaş yavaş dolmaya başladı. Rahat bir ortama sahip olan kitap cafede biraz dolaşıp fotoğraf çektik. 





Yine ben  her daim kitap bakmaya devam:) 

Eski kitaplarla bezenmiş rafların arasında son zamanlarda yayınlanmış kitaplar da oldukça var.



Yine çokça konuştuk, çokça anlattık ve zamanı hızlı bir şekilde tükettik. Sinem'le konuşmaya başlayınca, bitmeyen tükenmeyen anlatacaklarımız var. 

Zaman bize haksızlık yapıyor ve koşa koşa gece oluyor. 

Yine yetmedi zalim zaman. 

Sevdiklerinizle geçirdiğiniz zamanların değerini bilin. 

Sevdi de tüketen insanlarız.

Sevgi ile kalın:)

17 Ekim 2018 Çarşamba

Lydia Kitap Yorumu




Seriye çok geç başladım ama şimdi sabırsızlıkla diğer kitabın çıkmasını bekliyorum. 

Tüm dengelerin bir bir sarsıldığı “Kim ne yapacak? Kime ne odu?” soruların ardı ardına kesilmediği 

Lydia merak uyandırıcı bir sonla bitti.

Bir önceki kitabın sonlarına doğru İzabel’in planlarını okumuştuk.

Lydia ise İzabel yanında Victor ve Niklas’ın kız kardeşi olan Naeva ile birlikte Meksika’ya gitmesi ile başlıyor.

Sarai olarak kaçtığı yere ölümü göze olarak geri dönen İzabel, gözü kara, asi ve dik başlı halleri ile köle eğitmeni Cesara’nın dikkati çeker ve onunla birlikte eğitmenliğe başlar.

Cesara’nın kalbini sızan İzabel onun güvenini kazanır kazanmasına ama ta ki tüm itirafların ortalığa saçıldığı açık artırmanın üçüncü gecesine kadar.

Bu seriyi okuyan çok okuyucu var ve ben bu kitapları yorumlarken spoi vermek istemediğimden, kendi düşüncelerimi yorumlamaya özen gösteriyorum.

İzabel, Lydia olarak gittiği Meksika’da istediğini elde ediyor etmesine ama arkasına da onu sarsan bir çok şeyle yüz yüze kalıyor. En acısı da Victor. Sonra Fredric, sonra Niklas.

Hepsi dağılmış durumdalar.

Nora var mı yok mu hiç belli değil? Birliğe girmek için yanıp tutuşan Nora, bu sefer ortalıklarda görülmüyor. Ona göre İzabel başının çaresine bakar.” diyor.

Doğru da biliyor. İzabel başının çaresine bakıyor ve herkesi alt ediyor.

İzabel’in Neava’yı kurtarmak için ettiği o çok önemli itirafı, birçok okuyucu kızdırıp sinirlendirse de ben İzabel’i haklı buldum. Bir düşünün derim. 

İzabel bir anlaşma yaptı ama o yaptığı anlaşmaya uydu mu? Hayır. Kimseyi ne sattı, ne de teslim etti. Başladığı yere geri dönerek, kendi elleri ile cezayı kesti.

Sarai’den İzabel’e dönüşen, sonra Lydia’laşan kitabın en güçlü karakteri hep bana göre İzabel oldu.
Seride acayip bir çekim var. 

Her türlü kendini okutmayı, okuyucuyu da kitabın içine almayı başarıyor. Daha ne kadar yeni kitabı bekleriz bilmiyorum ama ben biran önce final okumak istiyorum.

10 Ekim 2018 Çarşamba

Buğu Kitap Yorumu




Merhabalar 

Yorumuma son zamanlarda okuduğum en ilginç kitaplardan bir tanesi diyerek başlıyorum. Nihan Kaya’nı okuduğum ilk kitabı. Bu kitabı da @kitapsokagii sayesinde tanıdım. Yorumunu çok beğenince de okuyup yorumlamak istedim.

Kitap sanki gerçek, sanki de değil.

Akıl hastanesine araştırma yapıp roman yazmak için giden Nihan Kaya’nın yüzüne tüm kapılar kapanır. O da temizlikçi olarak işe başlar. K blokundaki hastaları gözlemler. Gözüne çarpan en farklı hasta Yasef’dir.

Yasef, karısı Nur’u ve arkadaşını öldürmüştür ama neden öldürdüğünü kimse doğru düzgün bilmez.

Yasef Nihan’la konuşmaya başlar ve Nur’u anlatır. Yasef anlatır, Nur ve Yasef yeniden hayat bulur. Roman iki başlıkta ilerliyor. Roman ve Gerçek başlıklarını okuduğunuzda ilk başta bütünlük kuramasanız da sayfalar aktıkça anlıyorsunuz. Kitap boyunca Nur’un yaptıklarına çok kızdım. Bir amaca hizmet ediyordu ama ben Yasef’e yaptıklarını hiç sevmedim. Bazı yerlerde Yasef beni kızdırdı ama kitabın sonlarına doğru ona hak verdim. Yasef Nur’u ilk gördüğü kapı eşiğinden beri sevdi. Hem de çok sevdi.

Bende romanı sevdim. Yazarın benzetmeleri çok güzel buldum. Hele bir paragrafta anlattığı kadın ve erkek oluşumu vardı; ona bayıldım. Belki bir ara alıntı şeklinde yazar paylaşırım. İnsan psikolojisinin insanda nelere yol açtığını anlatan, benzetmeler ve bence gerçek olgularla bütünleşmiş bir roman Buğu. 


Romanın sonunda yazarla  Buğu üzerine yapılmış olan röportajı okuyorsunuz ve Buğu’nun çıkış hikayesini öğreniyorsunuz.

Kısacık ama etkileyici. Ben çok etkilendim. Uzun süre sonra bu tür bana oldukça iyi geldi ve ne zamandır Zweig okumadığımı hatırlattı.  

Son söz olarak, yazarın az da geçmişini okuduğumda basılmış çok kitabı olduğunu gördüm. Bir ara onlara da bakmayı düşünüyorum.

Yazarı ve kitabı bana tanıtan kitap arkadaşıma teşekkür ederim.

8 Ekim 2018 Pazartesi

Küçük Bir Bolu Gezisi



Merhaba

Doğayı çok seviyorum. hele denizi ayrı bir seviyorum. Doğa ve deniz aşkım Karadeniz kızı olmamdan kaynaklıyor diye düşünüyorum. Yoksa bu kadar çayır çimen gezmezdim herhalde.

Geçenlerde yine kendime bir kültür turu planı yaptım.

Bir yıldır gitmek için çok niyetlenip gidemediğim, Yedigöller'i programına ekledim.

Sabah erkenden çıktığımız yolda ilk durağımız Maşukiye'ydi.



Doğanın içine kurulmuş Vadi Restuarant'ta kahvaltımızı doyasıya yaptık.


Ben yapmış olduğumuz kahvaltı ve hizmetten son derece memnun kaldım. Bölgedeki en iyi yerlerden bir tanesi diyebilirim.

Vadinin içinde dolaştık. Dinlendik. Temiz hava ile ciğerlerimizi bayram ettirdik.



Uzun bir aradan sonra yola devam ettik ve Yedigöller'e doğru koyulduk.

Bolu sapağından sonra otoyoldan çıkıp, girmiş olduğumuz virajlı patika yolda zaten nasıl bir doğa ile karşı karşıya kalacağımızın ilk izlenimlerini hissettik.

Sağlı sollu ağaçların arasından tırmandık, indik tepelere ulaştık.


Aralarda molalar verip doğanın keyfini de çıkarmadık değil. 

Sonunda Yedigöller'e vardık. 



Yedi adet gölün bir arada iç içe birbirine bağlandığı Yedigöller doğa harikası. Kampçıların uğrak yeri. Göllerden ayrılıp içlere doğru ilerlediğinizde alabildiğine sık ağaçları bir arada görüyorsunuz. 

Ama ben hayalimdeki Yedigöller'i yaşayamadım. Sanırım gittiğim zamanla alakalı bir sıkıntı yaşamış olabilirim. 


Göl kenarların daha temiz olmasını, kampçıların her göl kenarını istila etmemesini umardım. Göl kenarlarında bankaların olmasını birazda çiçeklendirilmesini isterdim. 

Milli park girişi ücretli. Daha bakımlı olabilir diye düşünüyorum. Bir saat yürüyerek tüm gölleri ve şelaleyi görebilir, bol bol fotoğraf çekebilirsiniz. 


Yalnız dikkat edin temiz hava, bol oksijen sizi çarpabilir. 

Yedigöller'den sonra üçüncü durağımız Gölcük Milli Parkı. 


Akşama doğru vardığımız parka ben tek kelime ile bayıldım:) Benim doğa aşkıma hitap eden, yürüyüş yapabileceğiniz, sık ağaçları bir arada göreceğiniz, temiz hava eşliğinde kahvenizi yudumlayacağınız bir yer. Gölün etrafı, tertemiz hali gerçekten görülmeye değer. fazla zaman geçirememiş olsam da kısa sürede gölün etrafını turladım. 

fotoğraf çekeceğim sevdasına çamura bulanıp, ıslak ayakkabılar ve pantolonla 2,5 saat yürüdüm. 

Ayaklarım buz kesti ama bu üşümeye değdi. 



Kesinlikle hayran olduğum bu yere yeniden gitmeyi şimdiden planlıyorum. 

Kışın gölün buz tuttuğunu ve üzerinden yürüyerek geçildiğini duyunca kar yağdığında mutlaka gideceğim diye kendime söz verdim. 

Nasipse 2019 yılında yine oradayım. 

Yorucu geçen ama doya doya yaşadığım Bolu maceramdan anlatabildiklerim bu kadar ama hissettiklerim çok fazla. 



Bakalım bir sonraki rota bana nereyi gösterecek. 

Sevgiler

Elmas