27 Aralık 2013 Cuma

Berke İle Tiyatro Zamanı

Amacımız belli yine  Berke ile hoşça vakit geçirmek. Düştük yine yollara. Şimdiki durağımız şehir tiyatroları çocuk oyunu. Bakalım nasıl geçiçek?

Evden çıkarken nereye gittiğimizi anlattım ama çok da anladığını ve beni dinlediğini sanmıyorum. Berke için attaya gidelim de nereye gidersek gidelim:)))

Ben yine endişe içerisinde ve meraklanarak yürüyorum tiyatro salonuna giden koridorda. İstiyorum ki Berke eğlensin keyif alsın ve tiyatronun ne demek olduğunu az da olsa kavrasın. Amaç sanatla Berke'yi buluşturmak. 

"Benim sıpam neler yapacak, katılım gösterecek mi, eğlenecek mi? Yoksa sıkılıp kaçmak mı isteyecek?" düşünceler içerisinde girdik tiyatro salonundan içeriye.

Düşündüklerimin hiç biri olmadı. Berke çok eğlendi ve onu eğlenerek görmek beni daha da çok keyiflendirdi. 

Oyunun başlamasına on dakika vardı ve biz solandaydık. Bu kadar kalabalık olacağı hiç tahmin etmemiştim. Şaşırdım. Anneler babalar çocuklarını tiyatroya getirmişti. Ne güzel bir ortam vardı. 

Çocuklar oturmuş oyunun başlamasını bekliyordu. Benimkide kendine hemen yer buldu ve oturdu. Etrafına bakıp duruyor, yanındaki çoçuğun arabasına musallat oluyordu, taki oyun başlayana kadar.

Kukla Oyunu şarkılarla ve alkışlarla başladı. Çocukların hepsi çığlık çığlığa şarkıya katılmaya çalışıyor alkışlarını da eksik etmiyorlardı. Çok gülüyorlardı yaramaz kardeşlerin yaptıklarına. Berke ne olduğunu anlamadı ilk başta ama sonra oda baktım alkış yapıyor, kahkahalarla gülüyor çığlık atıyordu. Süper eğleniyordu. Kurt ve kardeşlerine gülücükler gönderiyordu. Onun her gülmesi beni daha da çok sevindiriyor, iyi ki gelmişizi pekiştiriyordu.

Oyun  çok güzeldi ve tamamiyle çocukların katılımıyla ilerliyordu. 

40 Dakika ne çabuk bitmişti.  

Ben amacıma ulaşmış Berke'yi hem eğlendirip hemde mutlu etmiş, hemde tiyatro ile tanıştırmıştım. Yola devamdı. 

Bir sonraki çocuk oyununun biletini de almayı ihmal etmedim.







26 Aralık 2013 Perşembe

Güneşin Batışı

Geçen hafta bir geceliğine eğitim sınavım için otelde konaklamam gerekiyordu ve Büyükçekmece’de bulunan Eser Otel’e Perşembe günü öğleden sonra giriş yaptım. 

Kalacağım oda beşinci kattan deniz manzaralı bir odaydı. Odaya girdiğimde bir kızıllık çarptı gözüme. Harika bir parlaklık… Ayarlasan ayarlanamayacak bir görüntü.  

Cama doğru yürüyüp tülü araladığımda gördüm güneşin suya yansıyan sililüyetini. Bayıldım ışık kırılmalarına. Hayran kaldım.

Harikaydı görüntü.

Güneşin o muhteşem kızıllığı içeriye yansımış odayı parlatmıştı. Güzel görünüyordu. 
 
Gökyüzü güneş ve deniz dendiğinde ben kalakalırım öyle. Seyre koyulurum nerde olursam olayım. Bakarım gökyüzüne, denize, güneşe. Duyarım o onda anlatmak istediklerini. Hissederim. Yaşarım kendimce.O bulutlar gezinirken gökyüzünde çok şey anlatır anlamak isteyene.

Bende o muhteşem kızıllığı seyre koyuldum. Koltuğumu cama doğru çevirerek denizi ve güneşi seyrederek keyif yaptım bir saat boyunca. 


Yavaş yavaş batarken güneş bende düşüncelerimle birlikte elimde kahvemle daldım gittim denizin kıyıya vuran dalgalarının hareketine. O huzur verici görüntü aldı götürdü beni kendimden bambaşka diyarlara. 

Denizi olmayan bir şehir bana yoksun ve yitik gelir. Denizi olmayan bir şehirde yaşayamam ben. Ne zaman kendimi huzursuz hissetsem ve gerçekten temiz bir havaya ihtiyaç duydsam sahile kaçmak gelir içimden. Kaçar giderim ve yosun kokusunu içime çeke çeke gezerim. Deniz alır götürür içimdeki kederi ve hüznü. Rahatlık hissi yaratır bende. İşte bu yüzden deniz bambaşkadır benim içimde. Ayrı bir yer tutar.

Ve ben güneş battı aydınlığını ve kızıllğını alıp götürek.




12 Aralık 2013 Perşembe

2013 Biterken...

"Acısıyla tatlısıyla bir yılı da bitirmek üzereyiz." Demiyererek başlayacaktım yazıma ama  kendini bu klişe cümleyi yazarken buldum:)))

Bir yıl daha geçti ömrümüzden. Bir yaş daha yaşlandık maalesef. 

Sabah sıkışık trafikte işe giderken dalmışım öyle ve yıl boyunca neler yaptığımı neler yaşadığımı düşünürken buldum kendimi. Bir yıllık film şeridi geçti gözümün önünden birden.

Güzel bir yıl değildi benim için. Ayrıca 2013 yılının çok kişiye iyi gelmediğini duydum. Karışık bir yıl olduğunu söyleyen çok oldu. On üç rakamının uğursuzluğundan mı, tekli rakamların tek kalmasından dolayı mı bilmem, bence kötü bir yıldı.

Ben kötü şeyleri bir kenara bırakarak, kafamdan def ederek  2013 senesinin bende bıraktığı iyi şeyleri düşünmeye odaklandım.

İşim gereği çok fazla insanla iletişim halindeyim ve konuşmayı sevdiğimden mütevellit sohbet etmeye farklı kişiler tanımaya hevesliyim. Küçük büyük hiç fark etmez herkesle konuşur, paylaşır ve dinler  aldığım her bilgide yeni cümleler, yeni anılar, yeni hayaller katarım kendime.

2013 yılında yeni yeni insanlar yeni arkadaşlar edindim. Bolca sohbet ettim ve anlatmanın ve dinlenmenin ne kadar önemli olduğunu kanısına vardım. Konuşuldukça içinde biriktirilen ne varsa dışarı döküldüğünü, susarak hiç bir şeyin değişmediğini anladım. İç sesimim haykırışlarını duydum  ve herkesten ve her şeyden önemli olan tek şeyin insanın kendisinin olduğuna karar verdim. 

Önemli ve değerli olan bendim. 

Şu zamana kadar izlediğim yol yanlışmış. İnsanın önce kendisini sevmesi gerekiyormuş. Sen kendinden daha fazla değer veriyorsan başkasına, o başkaları daha da fazla senden seni almak için uğraş gösteriyormuş. Sende "Yok hayır" dediğinde de itirazla karşılanıp suçlanılıyormuşsun. 

Yorulmuşum böyle olmaktan. Farkına vardım.

Adımın taşıdığı anlamdan mı kaynaklanıyor, yoksa sorunları kolay çözümleyip sonuçlandırmam, hayata pozitif bakıp hep olumlu sonuçlar elde etmekten mi  bilemem ama hep benim onları düşünmemi, ilgi göstermemi, sabırlı olmamı, ilk adımın benim atmam gerektiğini, affetmem gerektiğini düşünüyorlar. 

Bu düşüncelerden yoruldum artık. Bir karar aldım ve yapmıyorum.

2013 yılının ikinci yarısından sonra düşüncelerimle, önceliklerimle ilgili değişiklik yapma kararı aldım. Yapmak istediklerimi sıraladım kendimce. Çok uzun zamandır yapmak istediğim ama bir türlü cesaret edemediğim bir şeyi yaptım. Kendi bloğumu kurdum. Benim için güzel bir adımdı blog kurmak. Gezip eğlenmeye, oğlum Berke'yle daha çok vakit geçirmeye, kızım Damla'yla bolca sohbet etmeye dostlarımla sık sık görüşmeye, yazmaya ve yazdıklarımı paylaşmaya işten arta kalan tüm zamanımı verimli kullanmaya başladım. En güzeli kendimi önemsedim ve kendime vakit ayırdım.

Severek yaptığım işim, ailem, eşim, çocuklarım, yemeklerim, olmazsa olmaz kitaplarım, arkadaşlarım ve can dostlarımla ve aldığım kararlarımla, kendime duyduğum özgüvenimle daha iyiyim.

Beni yılmadan ve usanmadan dinleyen ve benden desteğini esirgemeyen kendimi bulmamda bana yardımcı olan sevdiğim üç dostumun katkısını hiç unutmayacağım. İyi varsınız. İyi ki benim dostlarımsınız.

Aslında anlatmak istediklerim başka şeylerdi ama kelimelere ve cümlelere başka harfler döküldü. Her şeyi bir tarafa bırakmak lazım. Önce ben demeliyiz. Ben demenin ne demek olduğunu kavradığımızda kendi hak edişimizi bulmuş olacağız. Olumlu ve yapıcı bir duruşumuz kararlı bir tutumumuz varsa, samimiyet ve dürüstlüğü de elden bırakmadığımız sürece değerli olan yine kendimiz olacağız. Kendi saygımız hem bizi hem de karşımızdakini şahlandıracak.  

Kendi farkındalığını anlamak, ben olduğunu hissetmek çok güzel bir duyguydu ve ben şu an onu çok iyi yaşadığıma inanıyorum.

Ben yaşamımda her zaman sağlığı birinci, huzuru ikinci olarak istedim. Sevmenin ve sevgi göstermenin her kilidi açtığına inananlardanım. Ruhumda polyannacılık var benim. Yapılan her kötülükte bile hayır arar ve ondan da kendime ders çıkarmaya çalışırım. 

İyi olalım.

İyi bakalım gözlerimizle dış dünyaya. Güzellikler olsun yanı başımızda. Arada iç sesimize de kulak vermeyi unutmayarak.

Yeni bir yılda kim ne istiyorsa ve diliyorsa gelsin ona, konsun yüreğine.

28 Kasım 2013 Perşembe

Ben Değil De Biz Olsak...

Ne kadar dayanıklıyız? Kendimize soruyor muyuz bu soruyu?

İnsan olarak bizler farklıyız. Farklı yaratılmışız. Duygu ve düşüncelerimiz var. Kötüyüz çok zaman. Benciliz genelde de. Hep istiyoruz karşımızdaki bizi anlasın, dinlesin, istediklerimizi yapsın, hep haklı çıkalım. Benim sözüm geçsin. Ben ben ben olayım. Hep bir beklenti içerisindeyiz. Hep savunmacı. Hep iddiacı.

Neden bir adım atmak zor geliyor ki bize? Neden yanaşmaktan kaçınıyoruz? Gururumuz mu incinir? Küçük mü düşeriz? Yooo hiçbir yerimize bir şeycikler olmaz. Yeter ki yapmak isteyelim ve yapmak için çaba sarf edelim. Yapmıyoruz ama. İstemiyoruz. İşimize gelmiyor aslında.

Etrafımda bulunduğum kişiler hep bir şeylerden şikâyetçi. Zaman zaman bende. Çözüm üretmek yerine şikâyetlerimiz çoğaltıyoruz. Durup düşünmüyoruz, anlık hareket ediyoruz. Sinirlerimiz sürekli tepemizde. Hep bir saldırganlık halindeyiz. Hemen tartışmaya başlıyoruz. Öfkemize yenik düşüyoruz çoğu zaman. Ne oluyor sonra üzüntü, acı, ağızdan çıkmış kötü kelimeler. Telafisi olmayan sözcükler.

Gülmek ve eğlenmek varken neden üzüyoruz ki kendimizi? Yazık değil mi bize? 

Nerede kaldı iletişim? Nerede kaldı hoşgörü?  Nerede, nerede neredeler? Ben hep soruyorum sürekli ve cevabı bulamıyorum çoğu zaman. Siz bulabilir misiniz?

Cevaplar yok, uçuşmuş. Yakalayıp da geri getirsek. 

Konuşmadan olmuyor. İnsanlar konuşa konuşa dememiş boşuna atalarımız. Mutlaka anlatmalı insan içinden geçeni. Hislerini, duygularını. Anlatılmadan nasıl ifade edeceksin ki kendini. Susmamalıyız. Susarak değişmiyor ki olanlar. Kalıyor öylece ortada. Daha çok istifleniyor. Arttıkça artıyor. Yığılmaya başlıyor. 

Sen anlatmasan o nereden bilecek ki içinden geçenleri, düşüncelerini, görüşlerini, seni. Anlatmıyoruz ya da anlatamıyoruz. Kaçınmamalı. Korkmamalı. Özgür olmalı. Ben olmalı. Sen olmalı. Kendin olmalı.

Konuşmak yormasın bizi. 

Kendimize yaptığımız en büyük kötülük içimize kapanmak ve küsmek.

Çoğu zaman susmayı tercih ediyoruz ve böylece sırtımıza daha çok yük biniyor. Taşıyamayacağımız durumda kaldığımızda da patlama noktası gelip, bir çığ haline dönüşebiliyor. Sonrası bommmm. İçimizdekileri kusmaya başlıyoruz birer birer. Şöyleydi, böyle oldu. Sen bunu yaptın. Ben bunu yaptım. Suçlamalar, tartışmalar, kavgalar ve küslük... 

Mutluluk da, mutsuzlukta iki dudağın arasında. Oradan yayılan harfler birçok durumu belirliyor aslında. Öncü oluyor bize. 

Annem her zaman söyler bana yedi kere düşün bir kere konuş diye. Annemim bu sözü hep kulağımdadır benim. Konuşurken çok dikkat ederim karşımdakini kırmamaya, üzmemeye çalışırım. Herkes değerlidir benim nezdimde. Geri dönüşü olmayan sözcüklerden kaçınmaya çalışarak konuşurum. Gel gör ki aynısını ben yaşıyor muyum? Hayır.  

Bizlerin kötü olduğunu düşünüyorum. Hırslarımız, duygularımız bize kötü şeyler yaptırıyor ve intikam almaya yöneltiyor. Beyin hemen başlıyor kötü planlar yapmaya. Hep bir misilleme hep bir kapak yapma olayı var içimizde. Hesap soruyoruz sürekli.Savunmayıcıyız.Güçlü olmak üste çıkmak istiyoruz her fırsatta. İçimizden yayılan gizli güç yukarılara tırmanya başlıyor ve bir bakıyoruz ki onun esiriyiz. Hapsolmuşuz ve o şekilde yaşamaya alışmaya başlamışız.

Hesap sormasak olmaz mı?

Ben inancımız kaybetmemiz gerektiğine inanıyorum. İnsani duygularımızı bırakmayalım. İyilik ve hoşgörü hep içimizde olsun. Yardımlaşalım ve paylaşalım. En azından birbirimiz anlamak için çaba gösterelim. En önemlisi dinleyerek karşımızdakine değer verelim.
  
Kötü olmak çok kolay önemli olan iyi ve iyi kalabilmek.

15 Kasım 2013 Cuma

Gelincik

Soyadımla ilgili bir şeyler yazmak geldi bu sefer içimden. Eşimin soyadını onsekiz yıldır kullanıyorum ve çok beğeniyorum. Bir gün kendisisine soyadınızı nereden aldınız bir anlamı var mı diye sorduğumda; “Dedesinin Romanya’nın Gelencek şehrinde kırım tatarı olarak yaşadıklarını Rus’ların yaptığı soykırımla Edirne’ye göç ettiklerini ve Türkiye’de soyadlarının Gelincik olarak yazıldığını öğrenmiştim. Çok fazla Gelincik soyadı da yok ve  olanların genelide tatar. 

Gelincik şu anlamlara gelebilir:
Ben en çok çiçek olan gelincikle ilgileniyorum. Kırmızı gelinciklerle bezenmiş kırlarda yalınayak dolaşıp, koşturmak, koparmadan sevmek istiyorum gelincik çiçeklerini. Çünkü koparıldıklarında o kırmızı renkler anında soluklaşıyor ve yitip gidiyor. Sevgisiz kalan bir kalp gibi. 

Gelincik çiçeği ile ilgili yaptığım araştırmayı sizinle paylaşıyorum.

Gelincik Çiçeği'nin Hikayesi: Gelincikle ilgili olarak birçok kültürde birçok efsane anlatılır. Bunlardan biri de Cengiz Han ile ilgili: Cengiz Han bir savaşta düşmanı perişan edip muharebe meydanını kan gölüne çevirdikten kısa bir süre sonra burayı gelinciklerin doldurdukları gözlemlenmiş. Aynı hikaye yüzyıllar sonra Napolyon ile ilişkilendirilerek de anlatılır. Araştırıldığında, çok muhtemeldir ki askerlik tarihi benzer savaş öyküleri ile doludur. Zira bahar ayları savaş aylarıdır; Mart adı nereden gelir? Gelincikler de bahar çiçekleridir. Benzer bir hikâye de Çanakkale savaşları sırasında yaşanmıştır.1. Dünya Savaşı sırasında Gelibolu yarımadasındaki başarısızlığa mahkûm muharebelerinde de, binlerce ölünün hemen ardından Gelibolu gelincik tarlasına dönmüştür.
Kan Çiçekleri der Gelibolulular gelincik çiçeklerine. Bahar gelmeye görsün, her yanı kırmızılar basar buralarda. Gelibolulular çok sever gelincikleri. Çünkü derler ki, "Açan her bir gelincik, kan çiçeğidir. Şehit askerlerimizin her biri gelincik olmuş, sert rüzgârlara direnir de gitmez toprağından." İşte o kahraman askerleri gördüğü için bu konak, adı gelinler gibi, o Kan Çiçekleri'ne de ithaftır.
Ruhları gani gani şad olsun!
Felemenk ülkesine çok benzer şekilde, yine McCrae'nin şiiri ile eşzamanlı olarak Anzac askerlerinin 1.Dünya Savaşı sırasında Gelibolu yarımadasındaki başarısızlığa mahkûm muharebelerinde de, binlerce ölünün hemen ardından Gelibolu gelincik tarlasına dönmüştür.
Anzac'ların torunları her yıl Gelibolu ziyaretlerini kıpkırmızı açan gelincikler arasında yaparlar.
(Alıntı ) http://my.opera.com/Msrf/blog/2013/07/12/gelincik

Gelincik Çiçeğinin Faydaları ve Etkileri: Yatıştırıcıdır. Uykusuzluk çekenlere faydalıdır. Nefes darlığı, astım ve bronşite iyi gelir. Öksürüğü ve öksürüğün boğazda yaptığı gıcığı keser. Kusmayı ve kan tükürmeyi önler. Boğmacada faydalıdır. Yanıkları iyileştirir.
Gelincik Çiçeği Nasıl Kullanılır? Çiçekleri güneşte kurutularak kullanılır. Tadı acı olduğu için daha çok şurubu tüketilir.
Gelincik Şerbeti:
1 kilo gelincik şurubu elde etmek için gereken malzeme şudur:
500 gram gelincik çiçeği yaprağı
1 kilo toz şekeri
25 gram limon tuzu
1 limon
1/4 litre su
Yapımı: Gelincik çiçeğinin kırmızı yapraklarını kopardıktan sonra dip taraflarındaki siyah bölümlerini makasla kesmeli. Böylece hazırlanan yarım kilo gelincik çiçeği yaprağını temiz bir süzgeçte bol suyla ve birkaç defa güzelce yıkayıp üzerindeki tozları ve yabancı maddelerle ilâçları temizlemeli. Sonra bir kavanoza koyup üzerine 1/4 litre suyla limon tuzunu kattıktan sonra sıkılmış bir limonun suyunu dökmeli ve kavanozun ağzını sıkıca kapamalı. Kokusunu ve rengini suya vermesi için kavanozu bir kenara koyup bir hafta bekletmeli (Güneşe konursa üç gün beklemesi yeterlidir). Gelincik çiçeği yaprakları renklerini verip solgunlaşınca bunları kavanozdan çıkarıp atmalı. Elde kalan kırmızı ve ekşimtırak suya bir ölçüye iki ölçü hesabiyle şeker katmalı. Yani 1/4 litre suya 1/2 kilo şeker katıp erimeye bırakmalı. Beri yanda kalan yarım kilo şekeri de 1/4 litre suda eritmeli. Sonra bu suyu gelincikli şerbetle iyice karıştırmalı. Karışımı tülbendi bir huniden geçirerek süzdükten sonra ya temizce yıkanıp kurulanmış olan eski kavanoza veya 1 litrelik bir şişeye koymalı. Hava almayacak biçimde ağzını sıkıca örtüp şurubu serin bir yerde saklamalı. Misafirlere gelincik şerbeti ikram edileceği vakit limonata bardaklarına gelincik şerbetinden iki parmak kadar koymalı. İçine birer parça buz attıktan sonra bardakları soğuk suyla doldurmalı. Uzun bir kaşıkla karıştırdıktan sonra servis yapmalı.

Gelincik Çiçeği Reçeli:
1 kg gelincik çiçeği,
1 kg toz şeker,
5 su bardağı su,
1 limonun suyu
Yapımı: Gelincik çiçeklerinin tohumlarını ve siyah kısımlarını keserek çıkarın. Yapraklarını kaynayan suya ilave edip bir taşım kaynatın. Ocaktan alın. Bol suyla yıkayın. Yaprakları süzgece alıp suyunu süzdürün. Diğer tarafta su ile şekeri kaynatıp şurubu hazırlayın. Yaprakları bu şuruba ilave edin. Reçel kıvamına gelinceye kadar kaynatın> Ocaktan almaya yakın limon suyunu ilave edin. Sıcakken kavanozlara aktarıp kapağını sıkıca kapatın. 

 Son olarak yazıyı bir hadisle kapatmak istiyorum.

”Kadın erkeğin gelincik çiçeğidir” diyor Peygamberimiz.. (sav)
Gelincik Çiçeği, dalından koparıldığında bir kaç dakika içinde parlaklığını, canlılığını, güzelliğini yitirir.. En küçük hoyrat muamele ve sarsıntıda yara alıp zedelenir.. Peygamberimiz (sav) kadını bu çiçeğe benzetmekte.. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde. Doğada kendi kendine yetişmesinin özgürlüğünü, kırlarda alabildiğince yayılmasının neşesini, o narinliğinin, zarifliğinin, inceliğinin verdiği güzelliği ve kırmızı renginin asaletini paylaşabilmeyi istiyorsak, üzerine titrenilmesi gereken bir çiçek kadın.. 
 
Bir daha bir gelincik çiçeğini zedelemek nasip olmasın..

8 Kasım 2013 Cuma

Hepimiz Oyuncuyuz Bu hayatta. Bitmeyen Film Bizimki...


Hayatımızın kontrolü bizim mi elimizde ki? Öyle görünüyor gibi, ama değil. 

Biz nereden başlayacağımızı bilmeden geliyoruz bu dünyaya ve savruluyoruz oradan buraya veya şuraya. Seçimlerimizi yapmadan atılıyoruz hayatının içine, balıklama dalıyoruz. Yaptıklarımız bizim yapmak istediklerimiz mi? Nerede seçmek istediklerimiz? Biz neredeyiz?

Bir düzen tutturmuş gidiyoruz. Bir senaryo yazılmış bizim için, başlanmış oynuyor ama ya sonrası... O belli değil işte. Kalmış bir yerlerde ya tıngırdıyor ya da seri şekilde akıyor. Ben neresindeyim o senaryonun ya siz neresinde? Olmak istediğimiz yerde miyiz?

Nerede olmak istediğimizi bilmek gerekiyor aslında. Birçoğumuz bilmiyoruz ki bunu. İstemediğimiz hayatı seçiyoruz ve bize sunulanla yetinmeye çalışıyoruz. İstemediğimiz işte çalışıyor, istemediğimiz kişilerle konuşuyor, istemediğimiz insanlarla beraber yaşıyoruz. Alışmışız bir kere. 

Alışkanlıklarımız var.Kurtulmak çaba gerektiriyor ve bazen bu çabayı kendimizde bulamadığımızdan düzenimizi bozmaktan çekiniyoruz. Yeni bir yaşam kurmak korkutuyor ve yoruyor bizi. Mutsuz veya mutlu bir şekilde devam ediyoruz yaşamaya. Dengemizi sağlamaya çalışıyoruz. O an akıp gidiyor işte hayat. 

Gidiyor mu?

Hayatın neresinde kalıyoruz o anda? Ne ikram edilmiş ki bize? Yaşanmışlık kötü gidiyorsa şayet, çıkmaz bir yol sanki. Girdin mi içine dalıp kalıyorsun öylece. Çıkamıyorsun ki bir türlü. İç içe geçebilen hayatları yaşıyoruz. Ne arıyoruz aslında, ne buluyoruz? 

Bir bakmışsın kendinle geçinememeye, kavga etmeye başlamışsın.
Hayat bizim elimizde mi ki? 

Hayat bir şeyleri ertelemek kadar uzun değil aslında. İnsanın ömrü boyunca yaşayacağı yazlar ve kışlar ne kadar uzun gözükse de, değil. Matematiğe vurdun mu kısacık kalıyor gözünün önünde. Birde günümüz şartlarında ki yaş ortalamasını hesap edersek, ömür bitti, gitti. Bir bakmışsın dönüp geriye koca bir hiç belkide...

Her şey yanı başımızda duruyordur da biz göremiyoruzdur olanları. Hayat çıkmaz bir yol değil, her zaman farklı fırsatlarla karşı karşıya gelebiliriz. Bezende akışına bırakıp gitmemiz gerekebilir. Kurallara ve alışkanlıklara çok bağlı kalmadan içimizden ne geliyorsa yaşayıp denemeli, sonucunda katlanılmalı. Sırf bu benim kaderim, alın yazımda buymuş deyip bırakmamalı. Bu senaryoda sen nasıl bir oyuncusun, onu sormalı kendine. Kötü gideni iyiye çevirebiliyor musun? Çabalıyor musun? Durup bir mola vermeli. Her şey kötü olabilir, sen nasıl karşılıyorsun, üstesinden gelebiliyor musun? Önemli olanı kavramalı. Nerede neyi arayacağını bilmeli o duraklarda bulunmalı. Yoksa göçebe kuşlar gibi oradan oraya uçup gideriz.

Hep bir mücadele içerisindeyiz. Bir savaş bizimkisi. Galip gelmek için kıyasıya savaşıyoruz. Hayatın kendisi mi kötü, yoksa onu kötü yapan zora sokan biz mi? Suçu hayata yıkarak kendimizi mi kandırıyoruz. Evet kandırıyoruz.

Doğru yaşamayı becerebiliyorsak ne mutlu bize.

Hep olumsuz mu konuşuyorum ne. 

Gülmeli bol bol. Ara sıra da ağlayarak da gülmeli. Her ağlamanın ardından mutlu olunabilmeli. Bizi mutlu eden güldürebilen insanlarla birlikte olunmalı. 

Tek bir şansımız var. Bir kere doğuyoruz, ikincisi olmayacak. Ne istiyorsak onun hayalini kurarak, yapmak istediklerimiz yaparak severek devam etmeli yaşamımız.  Bize bahşedilen tek hayatımızı da ve şansımızı da iyi değerlendirilmeli ve sevgiyle yaşanmalı. Hep sevgi olmalı. Sevmeli ve sevmekten hiç vazgeçilmemeli.

Ne kadar konuşsakta, yazsakta, yaşasakta, hayat bir şekilde devam ediyor.  

Hepimiz Oyuncuyuz Bu hayatta. Bitmeyen Film Bizimki...

1 Kasım 2013 Cuma

Soğuk Kahve ve Sabah Uykum



Kitap okumak en büyük zevklerimden bir tanesi. Okuduğum her bir kitabın ayrı bir yeri var bende. Okuduğum kitapların içinde hapsoluyorum sanki. Yaşıyorum okurken her satırı. 

Ne zaman alışveriş merkezine gitsem, D&R’a uğramadan çıkmam. Bir göz atarım mutlaka. Raflar arasında gezinmek, tutkal ve kâğıt kokusunun karışımını hissetmek, son çıkmış kitapları inceleyip arka yüzlerini okumak, çok satanların listesine bir göz atmak, ilgimi çeken kitaplarının sayfalarından birkaç satır okumak, o an çalınan müziği dinlemek ayrı bir keyif benim için.  

Yine bir gün kitaplar arasında dolaşırken en çok satanların en üstünde bir kitap dikkatimi çekti: Soğuk Kahve&Ahmet Batman. Hiç duymamıştım bu yazarı.  Kitabın ön kapağını çok güzel yapmışlardı ve kırmızı kalpler kendine baktırmayı iyi biliyorlardı. Elim hemen uzanıp aldı kitabı rafların arasından. Göz gezdirmeye başladım sayfalar arasında.  

  •  Ve bekli de hayatının aşkı bugün senle aynı anda su içti.    

  •  Sevmek her zaman yaklaşmak değildir. Bazen uzaktan seversin, çok uzaktan

  • Topuklu ayakkabıların ayağını acıtıyor ama onları seviyorsun. Sevgilin de öyle olabiliyor bazen… Canını yakıyor yine de gidemiyorsun. 

 
Ne güzel şeyler yazılmıştı. Ben ayaküstü neredeyse okuyup bitirecektim kitabı:))) Okuduklarıma bayıldım:)))

Bir çırpıda okuyup bitirdim kitabı.

Ahmet Batman akıcı yazım tarzı, cesurca seçilmiş cümleleri, hissettikleri, annesini anlatışı, yaptıkları, kendi gerçekleri ile yüzleşmesi, konuşur tarzdaki yazılmış yazılarında kendinizi de içine katabileceğiniz, yaşayabileceğiniz birçok satır da bulabiliyorsunuz.
İçinden gelen sesin dışa vurulmuş haliydi yazılanlar.

Ahmet Batman farklı konuları istediği tarza çekerek yorumluyor ve sizi de kitabına bağlayabiliyor. İlk başta bakıldığında Aşk kitabı gibi gözükse de öyle olmadığını küçücük bir cümlede kendinizden bir şeyler bulduğunuzda anlıyorsunuz. Benim söylemek istediğimi kitapları okuyunca anlayacaksınız.  Okuduğunuz küçücük bir cümlede bağlı kalabilirsiniz. Hazırlıklı olun.  

Bitmesini istemediğiniz bir kitabınız oldu mu sizin hiç? Benim oldu; Soğuk Kahve. Elimden bırakmadan okudum.

Soğuk Kahve’nin ardından yenisi kitap ne olur, aynı şekilde devam mı eder, yoksa başka bir konu mu seçer diye düşünürken Sabah Uykum çıka geldi. İyi ki de geldi. Kırmızı kalp yine ön plandaydı. Al beni diye haykırıyordu. Aldım da ve başladım okumaya.

Yine çabucak bitirdim kitabı. Yeni hikayeler, yeni derlemeler, yeni kendime kattığım bolca kelimeler. Sayfa sonlarında öylece kalabildiğim hikayeler. Düşündüren cümleler... Kendimi bulduğum yazılar...   

Okuduğum her sayfanın sonunda "bu en güzeli daha güzeli olamaz" diyordum taki bir diğer yazıyı okuyana kadar. hepsi birbirinden güzel. Çarpıcı, farklı, samimi...

Ben anlam veremiyorum yani neden bittiğine değil madem bitecekti neden bu kadar hevesli başladık? Ben ikimizdeki bu hevese anlam veremiyorum. Ne oldu bize bilmiyorum ama iyi şeyler olmadığını çok iyi biliyorum. Ya çok yanlış zamanda karşılaştık ya da hiç karşılaşmaması gereken iki insandık. Biz neydik bilmiyorum. Sevgili desem değil, aşık desem değil bildiğin rastlantıydık işte ondan öte gidemedik.

“Sabah uykusu gibi sevmek” çok beğendiğim cümlelerinden biri oldu Ahmet Batman’ın.

Bence bu adam hep yazmalı, dokunmalı okuyucularının kalplerine.

Sabah Uykum’daki son sözlerinizde bahsettiğiniz gibi, Sayın Batman “Yazmak dokunmaktır.”  Ben de sizin gibi yazarak, kendi ruhuma dokunarak, kitaplarınızdan cebime yeni cümleleriniz koyarak, ilerlemekteyim. Teşekkürler:)))

Kendinizi özgür mü hissetmek istiyorsunuz, Soğuk Kahve ve Sabah Uykumu okuyun ve paylaşın. Bu kitaplar size iyi bir arkadaş olabilir. Benden söylemesi...


Belkide sevmek onun sesinin her şeyin üstünde olması demek.
Belkide sevmek, birinin sesini sevmek, düşünmek istemezken bastan sona hafızayı onunla donatmak demek.
Belkide sevmek sen demeksin, sen demek sevmek demek.
Sevmek istersen buradayım.
Orası neresi diye sorma?
Burası senden gidemediğim yer. 
Ahmet Batman&Sabah Uykum

Görmediğimizi farz et … 
Birbirimizi hiç görmediğimizi.
İnsanlar düştüğünde gülemiyoruz. Sakarlıklarımıza acınarak bakılıyor. 
Görmüyoruz dedim ya, görmeden seviyoruz. 
O güzel dudaklara o güzel bakışlara ihtiyacımızı yok,biz sadece seviyoruz. 
Bazen insanlar gördüğü için sevmekten vazgeçiyor. Biz hiç vazgeçemeyiz işte, görmüyoruz.
Seni hiç görmedim, sen de beni. Yinede seviyorum bir kör gibi. 
Herkes sevemez böyle bu şans bizim… 
Hatalarını görmezden geliyorum, istesem de göremem zaten. 
Gitmene tahammülüm yok, kursa bile bakamıyorum. 
Ben sende kör oldum. 
OYALANA OYALANA SEV BENİ ACELEM YOK. 
Ahmet Batman&Soğuk Kahve