30 Nisan 2019 Salı

Kusursuz Kitap Yorumu




“Gidiyoruz” diyerek Anna’nın elinden tutarak hızla mekandan dışarı çıktı. Avucunun içinde buz gibi olmuş küçük eli bırakmadan hızlı adımlarla geniş ve boş kaldırımda yürüyor ve Anna’yı adeta arkasından sürüklüyordu. İçinde alev almış yanan bir şeyler vardı ve o ateş büyüdükçe gerçekler daha bir yakıyordu benliğini. Zihninde dönüp duran resimler, cümleler tek bir sonuca ulaşıyordu.
Aidan, Anna’ya aşık oluyordu ve kimse onun olana dokunamazdı…

Merhabalar 


Doğuştan yüzünde büyük bir yara izi ile doğan Aidan, güzelliği sayesinde tacize ve iftiraya maruz kalan Anna’nın hikayesi Kusursuz.

Aidan’ın annesine göre kusurlu doğduğu için hiç sevilmeyen bir köşeye atılıp tecrit edilen Aidan’ın yetişkin bir adam olduğunda birçok ameliyat geçirir ve çok güzel bir beyefendiye dönüşü. Aynı zamanda da başarılı bir estetik doktor olarak nam salar.

Başvuruda bulunduğu her işte güzelliği sayesinde taciz edilen Anna, yine tacizler sonucunda top eğitimi tamamlayamaz. İşsiz Anna arkadaşı Maria’ın başvurduğu iş sayesinde Aiadan’ın asistanı olarak işe başlar ve ikilinin romanı başlamış olur.

İki roman karakteri de kişilikleri olarak çok güzellerdi. İnsan insan yapan tüm güzel özellikler onlarda vardı. Aiadan’ın güzel kalbini çok sevdim. Özellikle çocuklara ücretsiz ameliyat yapması bence kitabın en güçlü tarafıydı. İki yaralı kalp romanda birbirlerini buldu ve güzel bir sevgi, aşk ve beraberlik başladı.  Roman yabancı karakterler ve yabancı bir ülkede geçmişine rağmen türk kahvesi, türk yemekleri, türk bir kadın arkadaş Selda sayesinde bizden güzel şeyleri yansıttı.

Özge Erkin benim kitapları ile tanışmak istediğim bir yazardı. En çok da Destan, Kutsal ve Usta’yı okumak istiyordum ama başlangıcı Kusursuz ile yaptım. Genelinde çok hızlı okunan roman bana bazı yerlerin daha detaylı olması gerektirdiğini hissettirdi. Her olay çok hızlı ilerledi çabuk sonuca bağlandı. Biraz romantik komedi tadında oldu. Ben biraz daha dram sevdiğimden bana öyle gelmiş olabilir. Kübra bana yazarın tadını alabilmem için Destan ve Kutsal’ı okumamı önerdi. Onları mutlaka okuyup yorumlayacağım. 


25 Nisan 2019 Perşembe

Pinokyo'nın Rüyası Kitap Yorumu




" Çünkü ev sen olmayınca çok boş geliyor. Çünkü önüme gelen herkesle kavga etmeye başladım. Çünkü günlerdir senin yatağında yatıyorum. Çünkü manyak gibi seni tişörtünü koklayıp duruyorum. Çünkü dakika da bir telefonumdaki resmine bakıp duruyorum. Çünkü seni acayip özledim." Yutkundu. " Bunlar yeterli mi?"

Yazarın bir kitabını seviyorsam daha önceki kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum. Kalbim Sende Kalmış’la başladığım kitap serüveni Biz ile devam ettim ve şimdi de Pinokyo’nın Rüyasını bitirmiş bulunuyorum.

Doktor Ömer ameliyat sonrası hastaneden çıkıp evine doğru giderken trafikten bunalır ve ara bir sokağa girer. Birden aracının tavanında bir gürültü hisseder ve ön cama uzanmış bir el görür.
"Dua et burnun uzamıyor, yoksa senin ki aya çıkmıştı."

Mesleği gereği hemen müdahale etmeye başlar ve çatıdan düşen kızın intihar mı yoksa düştüğü düşüncesi ile Gazel kızımızın yardımına koşar. Uzun bir tedavi süreci başlar. Gazel üç ay buyunca kendisine gelemez. Kendisine geldiğinde de Ömer ile Gazel arasında çekim başlar.

" Hiç akraban yok mu?"
" Kimsem yok! Zaten eğer bir evde dert varsa, o evin kimsesi olmaz “


Çapkın Doktor olarak sürekli dedikodusu yapılan doktor civanımız Ömer Gazel’in hayatına girmesi ile büyük bir değişim gerçekleştirir. Romanın çoğunluğu Ömer ile Gazel’in arasında başlayan ilişkinin aşamalarından oluşuyor. Arada Ömer ile Gazel’in geçmişi ile ilgili bilgiler ediniyor iki karakteri daha çok özümsemizi sağlayan yazar son yüz sayfada adrenali biraz yükseltiyor ve roman bir bütünlükle final yapıyor. 

 “Oh canıma değsin iyi oldu sana!” Ömer diyorum.

Bu kadar çapkınlığa birinin dur demesi gerekiyordu ve Gazel noktayı koydu. Adam muma döndü, delirdi, kül oldu ve dağıldı. Hiç bırakmadı kızı, hep yanında durarak koruyup kolladı. Helal olsun. Gazel içinde diyebileceğim en güzel şey güçlü duruşu ve tek başına verdiği hayat mücadelesi. İkisi de çok güzeldi.

"Bir daha bana yalan söylemeyeceğine inandığım zaman sana Pinokyo demekten vazgeçeceğim."

Birbirlerine sataşmaları, dikleşmeleri, sevgileri çok hoştu. İki güzel karakteri bir arada iyice bize işleyen yazarımız olayları bizi romandan koparmadan bitirdi. Yine sevdiğim bir roman oldu ama birinciliği hala “Biz” elde tutuyor. Onun yeri, tadı bende bir başka.
Sırada başka bir Selvi Atıcı kitabı “Sen” var. Onu da yakın zamanda okuyup yorumlayacağım.

“Belki de gitmesi gerçekten iyi olacaktı. Her şeyden önce somurtuğu mu, öfkelendiği mi belli olmayan bu adamın bir hayatı vardı. Onun hayatına da çomak sokup duruyordu. Acıyla, eğer evde olmasaydı büyük ihtimalle sarı kafanın buraya sürekli geleceğini düşündü. Birde artık görmezden gelmekte zorlandığı hisleri vardı....”

Biz kitap yorumu merak edenler için bir tık 



16 Nisan 2019 Salı

Deniz Kitap Yorumu



“Sırtını öperdim,” dedi ansızın. Alnını kaşıyarak başını hayır anlamında sağa sola salladı. “Evlenseydik, ilk gecemizde sana olan sevgimi öyle gösterirdim. Seni öyle severdim çünkü izlerin geçtiğini biliyorum ama ben senin ruhundaki yaraları bir de op şekilde, sevgimle iyileştirmek isterdim.”


Zeynep Saraç ne yazsa okurum. Çok seviyorum kalemini. Dram, duygu, sevgiyi kitaplarında bana göre çok iyi veriyor. Kah yıkıp geçiyor, kah hüzne bulandırıyor, karakterlerine çile çektiriyor ve sonra da onları mükafatlandırıyor.

Deniz’de onlardan biri benim için.

“Her şeyim sende kalabilir.” diyerek bana biraz daha yaklaştı. “Hayatım, kitaplarım, odam hatta nefesim… Hepsini al ama…” dedi ve bir elini kapıya yaslayarak bana doğru eğildi. Dünyanın en güzel fısıltısını duydu kulaklarım. “ama artık kalbimi bana geri ver.” 


Deniz’in erkek kardeşi Emre, geçirdiği kaza sonucu yürüme yetisini kaybediyor ve bir daha yürüyemeyeceği öğreniliyor. Deniz çok sevdiği kardeşinin yıkımı ile boğuşurken, diğer bir sevdiği nişanlısı olan Nehir, sebep söylemeden yüzüğünü parmağından çıkararak Deniz’den ayrılmak istiyor. Ama ne gidebiliyor, ne de tam olarak kalıyor.

Nehir’in neden ayrılmak istediğini, neden gidemediğini ve neden kaldığını anlatamıyorum. Çünkü ne anlatırsan roman hakkında detay vereceğimden vereceğimden susmak en iyisi. Duygularımdan bahsedecek olursam; ben Deniz’i okurken Nehir’e çok kızdım. 

Birçok kararı kendi başına aldı, hüküm verdi ve uygulamaya geçti. Sustu. Konuşmadı. İçinde kapalı bir hayat sürdü. Nehir’in bu tavrına çok kızan Deniz uzaklaştı ama Nehir’den hiç kopmadı. Deniz’in karakteri bana Nehir’den daha güçlü geldi. Araya Çiğdem diye bir gıcık bir kız girerken, Nehir’in annesinin hataları derken romana üvey baba Haldun damgasını vurdu.  

Yine çok güzel bir Zeynep Saraç romanı oldu. Ben Deniz’in daha çok okumak daha çok özümsemek isterdim. Yazarın erkek karakterleri hep güçlü, hep beyefendi, hep düşünceli erkekler. 

Öldüm ben, öldüm ama etraftaki soluk ve pastel renkli ne varsa canlandı. Eşyalar onun koyu kahverengi gözlerinden bana akan sıcaklığa boyandı. Koyu ve uzun kirpiklerle çevrili sonsuz bir deniz gibi bakan gözleri benim kalbimi benden bir daha aldı. Belki de sonsuza kadar…


Deniz dahil yazarın diğer tüm kitaplarını okumanızı, yazarın naif kalemi ile tanışmanızı isterim. Benim en en sevdiklerim ne dersiniz ise Nar Çiçeğ ve Gri Mavi’dir derim.

12 Nisan 2019 Cuma

Yeni Dünya Kitap Yorumu


''Ben, içimde dayanılmaz bir acı ile ve önüme çıkacak bütün insanları yakalarından tutup oraya götürmek arzusuyla, artık uyumaya hazırlanan şehrin ortasına koşuyordum.'' Isıtmak İçin & 1939


Yeni Dünya 13 kısa öyküden oluşuyor. Öykülerin kısalığı ile çabucak okunup bitiyor ama her hikaye sonunda bir iç çekişle hüzne duyguya boğuluyorsunuz. 1936 ile 1942 tarihleri arasında gerçekleşen olayları okuduğumda dünya ve insanlığın daha da kötü bir hale geldiğini üzülerek düşünüyorum.

Her öyküde hep bir adaletsizlik var.  İmkansızlık yokluk, yoksullukla geçen bir çok hikaye kasaba halkının duygu ve düşünceleriyle birleştirilmiş samimi gerçek düşüncelerle birliklte, ölüm, hastalık ve bencillik var.

Sabahattin Ali yurdunun insanlarını ve imkanlarını yazıp bize anlatırken çok iyi bir gözlemci ve duygusal olduğunu bağdaştırdığı hikayelerle ışık tutuyor. Yazarın ben o kaos tarafını çok seviyorum. Kasvetli boğucu öyküler yazsa da, biliyorsun ki hepsi gerçek, hepsi var olmuş şeyler.

Hâlâ bir şey çıkmadı... Galiba bu yolu yapmayacaklar. Köylü de bana yardım etmiyor. Pek ölü mahluklar... Belki de pek akıllı mahluklar da, boşuna yere uğraşmak istemiyorlar... Asfalt Yol & 1936

Altını çizeceğim çok öykü var. Boğazıma yumru gibi oturan Ayran öyküsündeki Hasan, Yeni Dünya öyküsündeki Yeni Dünya, Isıtmak İçin’de ki çamaşırcının kızı, Asfalt Yol’da ki öğretmen.

Hepsi yurdum insanının yaşadıkları…

Okumadığım tek öykü kaldı Hasanboğuldu. O nu özel bıraktım. Okuduğum yorumlara göre #yenidünya öykü kitabının en güzeli oymuş. O Öyküyü gecenin sessizliğinde okuyacağım.
Sabahattin Ali’yi tanıyın, okuyun, anlamaya çalışın. Yazarın kitaplarını sevmek için öykülerinden başlayın.

Benim sırada okuyacağım Sabahattin Ali kitabım Kuyucaklı Yusuf olacaktır.


Sonra tutmuş 'çay içme' diyor. Allah Allah... Çaydan da zarar geldiği görülmüş mü?.. 

Sözünün burasında bağırırdı: 
"Satılmış... Getir çaydanlığı!.."  Çaydanlık & 1938





10 Nisan 2019 Çarşamba

Taraklı Ve Göynük Turu

Merhabalar 
İstanbul'yakın yerleri araştırıp gezmek ve yeni yerler keşfetmekten büyük bir keyif alıyorum. 
Geçenlerde yine böyle bir keşfe çıktım. 
Rotam; Sapanca'da güzel bir sabah kahvaltısı ardından Taraklı ve Göynük gezip görüp tadını varmak için cumartesi sabah erkenden yol aldım. 
Sapanca'da göl üstünde bir mekan olan Sasa Harmanlık'ta kahvaltımızı yapıp dinlendikten sonra Taraklı'ya doğru gitmeye başladık. 


Taraklı'da bizi yanmış odun kokusu ve eski evler karşıladı. Küçük bir kasaba olan Taraklı, özünü hiç kaybetmemiş mis gibi bir yer.
Mümkünlü kasabası reklamı ile daha da ünlenen Taraklı tertemiz, insanları da güler yüzlü sakin bir yerleşim birimi.

Taraklı ve Göynük Cittaslow'un sakin şehirler kategoresinde yer alıyormuş. 


Tabi ben bunu bilmeden gittim. Sonra araştırdığımda sakin şehirler kategorisinde sınıflandığını gördüm. 


Cittaslow, 1999 yılında İtalya'da kurulmuş uluslararası bir belediyeler birliğidir. Kelime kökeni İtalyanca "Città (Şehir)" ve İngilizce "Slow (Yavaş)" kelimelerinin birleşmesiyle türetilen Cittaslow, "Sakin Şehir" anlamında kullanılmaktadır. 




Ben bir yere gittiğimde arkalarda kalmış ara sokaklarda gezmeye bayılırım. Yine aynı tutumu sergileyip kasabanın arka sokaklarına daldım. 130 yıl önce inşa edilmiş bir Osmanlı konağında oturup kahve içtim ve mis gibi hava ile ciğerlerimi doldurdum.  



Halk pazarına uğrayıp alışveriş yaptıktan sonra Göynük'e doğru harekete geçtim. 





Göynük bir vadinin eteğine kurulmuş aynı Taraklı gibi bir kasaba. Tarihi doku harika. Safranbolu evleri gibi evler iç içe. Sokaklar tertemiz hava çok güzel. Sokaklar bozulmamış.

Yine dolaşmaya başladım.

Zafer Kulesi'ne çıkarak kasabayı kuş bakışı izledim. 


Göynük’ün simgelerinden biri olan Zafer Kulesi ilçeye hakim bir tepeye 1923 tarihinde Cumhuriyet döneminin ilk Kaymakamı Hurşit Bey tarafından yapılmıştır. Altıgen taş temel üzerine, 3 katlı ahşap yalı baskı mimarisiyle yapılan Zafer Kulesi, Kurtuluş Savaşı’nın başarılarını ebedileştirmek için anıtsal eser olarak yapılmıştır.


Akşemsettin Türbesi'ni ziyaret ederek duamı okuduktan sonra; 



Fatih Sultan Mehmet’in hocası olan ve 1459 yılında vefat eden Akşemsettin’in türbesi, Göynük ilçesinde Gazi Süleyman Paşa Camii’nin avlusunda bulunur. Osmanlı ilim dünyasının bu büyük şahsiyeti adına 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan türbe, altıgen planlı olup, küfeki taşından inşa edilmiştir. Türbe içerisinde bulunan, ceviz ağacından yapılmış olan sanduka, ahşap işçiliğinin çok değerli bir örneğidir.


Geze geze dolaşarak alışveriş yaptım ve iyice acıktıktan sonra Göynük'ün en iyi esnaf lokantası olan Paşazade Göynük Sofrası'nda bir güzel karnımı doyurdum. 


Gezerek dolaşarak yine akşamı ederek trafiği hiç bitmeyen bol Avm'li, gökdelenli, yeşilliği az olan metropol şehrimiz İstanbul'a geri döndüm. 

Şehrimi ne kadar çok sevsem de yorucu, kalabalık  hayatından bıkıyorum ve sakin, dinginlik arıyorum. 

O küçük kasabalarda yaşayan insanların bizden daha rahat ve huzurlu olduğuna inanıyorum. 

Ben yine heybeme güzel anılar ve güzel görüntüler yükledim. Bakalım bir sonraki rotam neresi olacak? 



Önemli: Fotoğrafların hepsi bana aittir. tarihi yerlerle ilgili açıklama İnternet alınmıştır. 



8 Nisan 2019 Pazartesi

En Karanlık Yıldız Kitap Yorumu



“Bana şeftalileri hatırlatıyorsun tatlı ve…”
“O cümleyi bitireyim deme. “ Elimi kaldırdım. “bence gitme zamanın geldi de geçiyor.”
“Gidemem ki.”
“Gidemem de ne demek şimdi.”
“Çünkü ayaklarımı yerden kestin.”
Gönülsüzce bir kahkaha atıp ayağımla bacağını dürttüm. Ne yaptığını anlamıştım. Gece uykumu kaçıracak şeyler düşünmekten alıkoyuyordu beni.
“Gerçekten, ya git ya da zımbayla kapatırım ağzını.”


Lux serisi benim okumadığım bir seriydi ve şimdi bu seriyi okumadığım için kendime çok kızıyorum. Fantastik kitaplardan uzak durmam tamamen bir ön yargıdan ibaretmiş. Ben bayağı fantastik tutkunuymuşum da haberim yokmuş. 

Yazarın diğer kitapları okumuş ve çok beğenmiştim ve  En Karanlık Yıldız okuduğum da çok seveceğimi biliyordum. Ama çokça çok seveceğim aklıma gelmedi. 

Romanın konusundan az bahsedecek olursak 17 yaşındaki Evie sahte kimlikle yaşını büyülterek arkadaşı için bir kulübe gidiyor. Gece kulübe bir baskın gerçekleşince Luxen olduğunu düşündüğü Luc tarafından saklanılarak kaçmayı başarıyor. Kaçarken cep telefonunu kulüpte unutan Evie tekrar kulübe gidiyor ve Luc ile bambaşka diyaloglara giriyor. 

Anlaşma bozuluyor. 

Gizem başlıyor.

Luxenler dünyaları yok olan bir ırk ve insanlarla birlikte yaşıyorlar. Fiziki birçok özellikleri farklı olan bu ırk insanlarla uyum içinde yaşamak için, insan kılıklarına bürünüyor ama kollarına taktıkları bilekliklerle de ayrılıyorlar. Uyması gereken kuralların en başında da güçlerini kullanmamak var.

Roman Evie ve Luc ve Luxenler etrafında dönmeye başlıyor. Ewie’nin okulunda iki kız ölüyor ve ölümler Luxenler'e bağlanılmaya çalışılıyor. Daha fazla ayrıntı vermeden diyorum ki; roman baştan sona kadar hep bir heyecan içerisinde ilerledi. 

Her bölüm biterken bir sonraki bölümde neler olacak diye düşündürmeden edemedi. Ben normalde bir haftada bir kitap bitirirken, merak ve heyecanımdan kitabı üç günde okudum. İnanın bir ara hiç bitmesin istedim. Sayfalar ilerledikçe, Evie ayrı Luc’ayrı bağrıma bastım. 

roman sonlara doğru daha çok atak yaptı ve Evie sırlarını tek tek öğrenirken diğer karakterlerin gizli yanları ortaya çıktı. Kim kim di? Ne oldu? Nasıldı? Hepsini öğrendiğimde Selcan'a bir mesaj gönderdim.

April dışında romandaki tüm karakterleri çok sevdim. Hele Zoe Heidi onlar tam bir kız arkadaştı. Dost, sırdaş candılar. Hele Luc. Offf o işte kitaba damgasını vurdu. O anlatılmaz okunur diyorum ve romanı okuyun diyorum. 

Baştan sona zekice kurgulanmış, hiçbir olayın gün yüzüne çıkmadığı havada asılı kalan hiçbir şeyi olmadı. Taşlar yerli yerine tek tek oturdu. 

Bu tarz romanları seven ya da benim gibi fantastik sevdiğini bilmeyenler için roman tavsiyemdir. 

Romanın devam kitabı için sabırsızım. Umarın o da yakın zamanda elimizde olur. 



Bildiğin gibi, Luxen’ler onlarca yıldır, belki daha uzun süredir buradalar. Burayı işgal etmeye ya da insanlara zarar vermeye gelmediler.